Bir Ramazan akşamı Erbil meydanındaki Meçko Kahvehanesi’nde çay ve muhabbet faslını tamamladıktan sonra dinlenmek ve sahura yetişmek için otele dönmeye niyetlenmiştik. Arkadaşlarım kalkmaya hazırlanırken ben mekânın tarih kokan havasını son bir defa teneffüs etmek için içeri girdim. Boydan boya eski resimlerle dolu duvarlara bakarak; aralara serpiştirilmiş antika eşyalara dokunarak ve içerideki muhabbet ehlini selamlayarak oradan ayrıldım.
Tezgâhların parlak ışıkları eşliğinde meydanı baştanbaşa yürüyerek geçtik. Dr. Goran Bey bizi farklı bir yoldan götürüyor. Meydanın curcunasından sıyrılıp dar bir sokağa saptık. Yürüdüğümüz sokak karanlık. Evler boş. Uzaktan uzağa yansıyan loş ışıkların vurduğu bu evler eskiden Erbil’de meskûn olan Yahudilerinmiş. Şimdilerde ise boş ve harabe bir şekilde kaderine terkedilmiş. Sokağı arşınlarken içimizde bir ürperti hissetmiştik. Biraz yürüdükten sonra o sokağın karanlığından çıkıp başka bir caddenin aydınlık ve ferahlığına kavuştuk.
Epey yürüdüğümüz için mihmandarlarımız biraz nefeslenmemizi önerdi. Erbil’in sembol mimari yapılarından biri olan Savvaf Camii’nin karşısındaki yeşil alana yöneldik. Karmaşık trafiği olan bir köprünün altından geçtik. Trafiğindeki keşmekeşi tasvir etmek için o köprülü kavşağa halk dilinde “Fulkey bi-temây hây” diyorlarmış. Yani “Allah’a emanet kavşağı” gibi bir anlama geliyor.
İleride çay bahçesini andıran yeşillik bir alan gördük ve kurulu masalardan birine yöneldik. Mekânın işletmecisi güler yüzlü bir genç. Bizleri buyur ettikten sonra çalışanlarına ilgilenmeleri için talimat verip ayrıldı. Çaylarımızı yudumlarken o delikanlı elinde kebap şişleriyle tekrar geldi. Türkiye’den gelen misafirlerine küçük bir sürpriz yapmak istemişti. Yanımıza oturup sohbete katıldı.
Misafirlerinin edebiyat hocalarından oluşan bir kafile olduğunu anlayınca yüzü parladı. Adı Muhammed. Mühendislik fakültesi okumuş. Gündüz normal işiyle meşgul iken akşamları bu mekânı idare ediyor. Edebiyata, hususen şiire çok meraklı. Tam bir Fuzûlî hayranı. Daha biz sormadan kendisinin de aruzla şiir yazdığını ve bazı şiirlerinin bestelenip Erbil muhabbethanelerinde çalındığını söyledi. Sesinin de çok güzel olduğunu ilerleyen dakikalarda öğrenecektik. Sohbet daha enteresan ve keyifli bir hâl almaya başlamıştı.
Şiirlerini dinlemek istediğimizi söyledik. O da zaten teklif bekliyormuş gibi heyecanla şiirlerini okumaya başladı. Gecenin bir yarısı Türkmen edasıyla söylenmiş gazel ve hoyratları bizzat şairinden dinlemek unutulmaz bir hatıraydı. O keyifli sohbet sırasında epeyce şiir ve hoyrat okumasına rağmen birkaç tanesini ancak kayda alabildim. Kendisinin de müsaadesiyle bir iki şiirini aşağıya alıyorum. Fuzûlî edasıyla söylediği gazellerden biri şöyle:
Düşmüşem yoldan uzak bilmem ki kim candır bana
Şâd âlem üstünde gönlek, yoksul üryandır bana
Sevdanın yolunda gördüm beş para etmez gövül
Keyf sürer sefâ eder, hep âh u giryandır bana
Gözümün perdesine çekildi aşkın acısı
Hâkde gözyaşı akar can dideden kandır bana
Herkesin dost düşmanı zaten ezelden bellidir
Sorsalar benimki kimdir söyle cânândır bana
Muhammed bir şiirini de babasına ithaf etmiş. Babası Molla Hacı Fayık Efendi, Erbil’in önde gelen şahsiyetlerinden imiş. O şiiri de bizimle paylaşmasını rica ettik. Bizi kırmayıp güzel bir edayla okumaya başladı:
Cana can kattın, canımsın, can-ı cananım baba
Üz döndersev üzümden, boş durar yanım baba
Yapdığım suçla kabahat onca çokdur bilmişem
Her zaman örtdün düzelttin sözün noksanım baba
Men baba olmak sıfatın senden alıştım atam
Yükselişte kol kanadım cana divanım baba
Varlığım yokluğum senindir hepsi kurbandır sana
Sevdiğim yavrum da kurban candaki kanım baba
Üstüme isterse gelsin cümle dünya leşkeri
Zerre titretmez üregim önde duranım baba
Fahr eder adınla her dem Haccıoğlu doğrudur
Yükselir şânım seninle yüce imanım baba
Sohbet şiirden musikiye geçince Muhammed’in diğer yeteneğini keşfettik. Erbil’in Türkmen hoyratlarını makamına göre çok güzel okuyordu. Önce makamın adını ve nağmesini söylüyor, ardından bir hoyrat çığırıyordu. Bu on parmağında on marifet bulunan genci üniversitemize davet ettim. Lisansüstü mühendislik tahsili için gelmek istediğini söyledi. Bakalım önümüzdeki zaman ne gösterecek.
O unutulmaz sohbetin akabinde Muhammed’in babası Fayık Hoca’yı da gördük. Erbil’de tanınmış Türkmen bir imam olan Fayık Hoca uzun boylu, heybetli, güler yüzlü ve misafirperver bir zat. Çalışma ofisi olarak kullandığı mekânında bizlere çay ve hurma ikramında bulundu. Bir teşehhüt miktarı ziyaretten sonra müsaade isteyip ayrıldık.
Yorucu geçen bir günün ardından yıllarca unutulmayacak bir Ramazan gecesi daha geçirmiş olduk. Şimdi yeni bir sabaha hazırlanma vakti… Erbil kentinin ve orada mukim olan güzel insanların hatırası hafızamızda ve gönlümüzde hep canlı kalacak.
Ahmet TANYILDIZ