Doç. Dr. Selami AlanTöreli Yazılar

YARIM ASIRLIK RÜYA, YÜZLERCE YILLIK DUA

Günümüzden yirmi üç yıl önce yayımlanan Bye Bye Türkçe adlı kitabının ilk bölümünde bir rüyaya yer verir Oktay Sinanoğlu. “Bir Nev-York Rüyası” alt başlığını taşıyan bu bölümde anlatıcı, uyuyakaldığı bir yaz gününde, rüyasında zaman yolculuğu yaptığını ve kendini 2050’li yılların New York’unda bulduğunu söyler. Daha önce epey vakit geçirdiği bu şehirde dolaşmaya başladığında gözlerinin öncelikle aşina olduğu şehri aradığını ancak çok büyük bir değişiklikle karşılaştığını belirtir. Nitekim bu değişiklikle ilgili okurun aklına ilk gelen husus, geçen elli-altmış yıllık süre zarfında binalar, ulaşım araçları ya da teknolojik aletler gibi unsurlarda görülecek olası yeniliklerden bahsedilmesidir. Fakat anlatıcının dikkatini çeken nokta, Amerikan kapitalizmini yansıtan dev bina büyüklüğündeki reklamlar ve caddedeki dükkânların isimleri olur. Aslında bu reklamların büyüklüğü veya dükkânlardaki tabelaların şekli, eski yıllardakiyle aynıdır. Anlatıcıyı hayretler içerisinde bırakan ve gözlerine inanamayıp tekrar tekrar bakmasına sebep olan durum ise levhalardaki yazıların çoğunlukla Türkçe olmasıdır.

Çünkü karşılaştığı bütün mağazaların isimleri “Rahat Shoes, Dilber Giyim Fashions” şeklinde yarı Türkçe yarı İngilizce yazılır olmuş; “Center” sözcüğünün yerini “Merkez” sözcüğü aldığı için her tarafı “Car Merkezi, Flower Merkezi” gibi tamlamalar doldurmuştur. Gazete ve dergi adları Türkçeleşmekle birlikte, yazarlar da yazılarında araya serpiştirdikleri Türkçe kelimelerle kendilerine üstünlük havası katmışlardır. Amerika halkının böyle bir dönüşümü nasıl ve neden yaşadığı düşüncesiyle dolaşıp durmaktan yorulan anlatıcı, “Jimmy’s Kahvehanesi” yazılı bir yer görür ve gidip oturur. Bir müddet sonra ise mekânda boş yer kalmadığı için masasına oturma izni isteyen İrlanda asıllı Amerikalı bir gençle bu konu üzerine sohbet etmeye başlar.

Amacım bu hikâyeyi özetlemek olmadığı için geri kalanını asıl kaynağına bırakıyorum. Zira niyetim Oktay Sinanoğlu’nun yıllar önce ironik bir üslupla kaleme aldığı bu hikâyede Türkçenin güncel durumuyla ilgili dile getirmeye çalıştığı problemlere dikkat çekmek ve içinde bulunduğumuz ahvali sorgulatmak. Öte yandan bu rüyayı gerçekleştirmenin mümkün olup olmadığı hakkında düşünmek ve düşündürmek.

Gerçekten, her yanımızı kuşatmış İngilizce ve Fransızca gibi yabancı dillerin tahakkümünden kurtulmak ve Türkçeyi dünyada hâkim bir dil hâline getirmek mümkün mü?

Elbette bu mesele bu satırlara sığmayacak kadar derin ve kapsamlı. Ancak gündemde tutmak ve bilinç oluşturmak da bir o kadar önemli.

Kanaatimce Oktay Sinanoğlu’nun rüyasını gerçeğe dönüştürmenin iki yönü var:

  1. Var olanı muhafaza etmek
  2. Yeni kelimeler türetmek

İlk madde itibariyle, var olanı tamamen aynı şekilde muhafaza etmek zordur. Çünkü meşhur dil tanımlarında da belirtildiği üzere dil canlı bir varlıktır. Yani bütün canlılar gibi doğar, yaşar ve ölür. Bu kural, bir dilin içindeki her kelime için de geçerlidir. Ancak mühim olan nesiller arasındaki bağın kopmaması ve dolayısıyla bu değişimin mümkün olduğu kadar uzun bir süreç içerisinde olmasıdır. Öte yandan kaynağı ne olursa olsun dilimize yerleşmiş ve halk tarafından kabul görmüş kelimelerin artık Türkçe olduğu muhakkaktır. “Türkçeleşmiş Türkçedir” şiarıyla hareket edilmesi elzemdir. Aksi takdirde tren için kullanılan “Alttan ittirgeçli, üstten öttürgeçli, çok oturgaçlı, getirgeçli, götürgeç” tarzında mizah malzemesi ifadeler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bugün Öz Türkçecilik anlayışıyla hareket etmek ve artık dilimize mal olmuş “saat, edebiyat, pantolon, televizyon” gibi kelimeleri değiştirmeye çalışmak abesle iştigaldir.

İkinci maddenin ise kendi içinde iki yönü var:

  1. Karşılaştığımız yeni yabancı kelimelere karşılık Türkçe tabirler bulmak. Bu yöntem bazı kelimelerde oldukça başarılı olmuştur. “Computer” kelimesine mukabil “bilgisayar” kelimesini kullanmak gibi. Fakat günümüzde teknolojinin de etkisiyle varlıkların/kavramların özgün isimleri çoğunlukla üstün gelmekte ve karşılık olarak bulunan yeni ifadeler kolay kolay kabul görmemektedir. “Selfie” kelimesine karşılık ortaya atılan “özçekim” kelimesi gibi.
  2. Yeni kavram ya da varlıklar icat etmek, üretmek. Zor fakat en kesin ve etkili yöntem. Teknolojide, bilimde, sanatta, kültürde, ekonomide hâkim ve öncü olmak. Yani kelimeden önce ürün ortaya koymak. Yeni icatlar, yeni cihazlar, yeni fikirler inşa etmek. İşte o zaman yeni isimler verme hakkına sahip oluruz. Hem de verdiğimiz isimler sadece ülkemizde değil bütün dünyada kabul görür. Tıpkı yakın zamanda Ukrayna’da yeni doğan çocuklara verilen ve askerler tarafından şarkısı dahi yapılan “Bayraktar” gibi. En kısa sürede dünyanın değişik köşelerinde isimlerini duyuracak “Kızılelmalar, Altaylar, Kaanlar, Ataklar, Boralar, Atmacalar, Ankalar, Göktürkler, İmeceler, Gözcüler, Hürkuşlar, Kasırgalar, Parslar, Korkutlar, Fırtınalar, Kirpiler, Urallar, Atılganlar, Zıpkınlar, Ciritler” ve daha niceleri gibi. Bunun için yapılması gereken ise Oktay Sinanoğlu’nun da yazısında belirttiği üzere; kendi kültürüyle, tarihiyle, diniyle, kimliğiyle barışık, çalışkan, girişken gençler yetiştirmek; yetişenlere ve yetiştirenlere destek olmaktır.

Merhum Sinanoğlu’nun rüyasının en kısa sürede gerçekleştiğini görmek duasıyla.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu