Farsça “zūr”dan gelen “zor” kelimesinin en temel anlamı, “güç, kuvvet” demektir. Buna bağlı olarak kelimenin, “Sıkıntı çekilerek yapılan, güçlüğü olan, güç yapılan”, yani “kolay” karşıtında kullanılan bir anlamı daha vardır ki töreli edebî dairede törenin en büyük şairlerinden rahmetli Yahya Kemal’in şu beytinde görüldüğü üzere dilimize âdeta perçinlenmiştir:
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor
Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor (Yahyâ Kemal).
Yine dilimizde kelimenin bu temel anlamına bağlı ortaya çıkan “Güçlükle yapılan iş”, “Sıkıntı, rahatsızlık, ıztırap”, “Mecbûriyet, zorunluluk”, “Zor, kuvvet”, “Güç bir şekilde, zahmet çekerek, güçlükle”(zf.) gibi temel yan anlamları da vardır ki bunlardan bazıları, “Zor kapıdan girince kānun bacadan çıkar” töresözünde ve Köroğlu’nun şu dizelerinde de âdeta dilimize nakşedilmiştir:
“Zor düşmanı bölük bölük bölende
Dil tutulur dili tutar er gerek (Köroğlu).
Ayrıca kelimenin töresöz dairesinde, “Zor alım”: Bir mala devletin el koyması, müsâdere; “Zor belâ”: Güçlükle, güç hal ile; “Zor gelmek”: (Bir işin yapılması) Bir kimseye güç gelmek; “Zor kullanmak”: (İstediğini elde etmek için) Maddî kuvvete baş vurmak veya çok baskı yapmak; “Zor oyunu bozar”: Bir mecbûriyet karşısında benimsenmiş olan tutumdan vazgeçildiği zaman kullanılır; “Zora binmek”: (Bir iş) Ancak zor kullanılarak halledilebilecek bir durum almak; “Zora düşmek”: Sıkıntılı bir duruma düşmek, çâresiz kalmak”; “Zora gelememek”: Sıkıntıya katlanamamak, güçlüklere yüzü olmamak, zor ve baskı ile iş yapamamak; “Zora koşmak”: Güçlük çıkarmak; “(-den) Zoru olmak”: Kendisini zorlayan bir durum olmak, bir yerinde bir sıkıntısı olmak; “Zoru zoruna – Zoruna”: Güçlükle, güç hal ile, ancak; “Zoruna gitmek”: Gücüne gitmek, onuruna dokunmak; “Zorunda olmak (kalmak): … Yapmaya mecbur olmak; “Zor-ı bâzû”: Kol kuvveti [Zor bâzû şeklinde de kullanılır] gibi çoğu mecazî anlamları da vücûda gelmiştir.
Zor kelimesinden türeyen, içten gelmeyen, zorlama, sun’î: “zoraki”; Kuvvetine güvenerek ve güç kullanarak başkalarına hükmeden, başkalarının haklarına el koyan (kimse): “zorba”; Kuvvetli, güçlü kimse; vücut kuvvetine dayanarak hüner gösteren kimse: “zorbaz”; Kuvvete dayanan sporların yapıldığı yer, bir çeşit spor salonu: “zorhâne”; Zor kullanarak; istemeye istemeye, isteksiz olarak, zoraki: “zorla” (Töresöz: Zorla güzellik olmaz!); (Bir şeyin olması için) Birine baskı yapmak, üstüne düşüp mecbur etmek; (Bir şeyi açmak veya söküp çıkarmak için) Zor kullanmak, üzerine kuvvet uygulamak: “zorlamak”; Zorlamak işi yapılmak, bir şeyin olması için birine baskı yapılmak, üstüne düşülüp mecbur edilmek; bir işi yapmak için büyük bir güç kullanmak, kolayca yapamamak: “zorlanmak”; Zor duruma gelmek, güçleşmek: “zorlaşmak”; Zor duruma getirmek, güçleştirmek: “zorlaştırmak”; Güçlü, kuvvetli; tuttuğunu koparan; zorlayan, çetin: “zorlu” (Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök / Necip F. Kısakürek); Zor olma durumu, güçlük: “zorluk”; Zor bir şekilde, güçlükle: “zorlukla”; Yapılması gerekli olan, kaçınılması mümkün olmayan, mecbûrî, zarûrî; kesin ihtiyaç duyulan, zarûrî: “zorunlu”; Zorunlu olma durumu, zorunluk, mecbûriyet: “zorunluluk” gibi dilimizde çeşitlenen anlamları da mevcûddur.
Şüphesiz, “zor” kelimesinin yapı ve anlam dairesinde hakikat alanı içerisinde kazandığı, fakat aynı “kalıp” içerisinde ortaya çıkan tüm bu anlamları, Rabbimizin bize bahşettiği en büyük ihsân ve himmetlerden sâdece biridir. Yâni, törenin temel kitabı Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği üzere, “âdeme isimlerin öğretilmesi”nden (Bakara, 31), “kün” (Necm) emrinin eczâsına (kalıb-ı kübrâ) bağlı olarak insanın harf ve sayılarla (kalıb-ı suğra” konuşma ve yazma kabiliyetine kadar her şeyin temel esâsı, sâdece ama sâdece O’nun (C.C.) kudretli tarafından belirlenmiştir. Dolayısıyla, tüm mahlukâtın tamamen “kün” (Bakara 117; En’am 73; Nahl 40; Yasin 82) ilâhî hitâbınının tecellisiyle bir kalıp kazandığı âşikârdır. Maalesef bu hakikattan mahrum kalanlar, dile (lisan) bağlı meselenin çözümünü Batı’nın bize çizdiği kuram ve yaklaşımlarda aramaya çabalamaktadır…!
Bu bağlamda, zor kelimesinin ilkin bizzât ilâhî hitâbın nazarında bir kıymete mazhar kılındığını da müşâhade etmekteyiz. Zira Rabbimiz, “O sizi seçti ve dinde sizin için bir zorluk kılmadı.” (Hac, 22/78), “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara, 2/185.), “Zorlukla beraber kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/5) gibi âyet-i celîleri ile bunu bize apaçık bildirmektedir. Bu hakîkatı, sünnetullâha bağlı olarak tâlimî sûrette bizim için daha da anlaşılabilir hâle getiren iki cihân serveri resûl-i kibriyâ efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) ise, (Müsamahakâr olun) kolaylaştırın; (merhamet edin) zorlaştırmayın; (güzel görün, güzel gösterin) müjdeleyin; (kaba saba davranarak soğutmayın ve) nefret ettirmeyin” (Buhari, İlim, 11). hadîs-i şerîfleriyle kulağımıza küpe yapar. Dolayısıyla zor, kâinatın her alanında ve her hâlükârda “kolay”a müncer kılınmıştır…
Efendim, her zorunuz kolayınıza müncer olsun! Lâkin başta din olmak üzere, eğitim, ekonomi, siyaset ve kültürde zorla güzelliğin olamayacağını da gayrı idrâk etmeliyiz. Aksi takdirde, zorun oyunu bozacağını bilmeliyiz efendim!
Lutfî Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
Zorla güzellik olmaz
Zorla özellik olmaz
Lutfi Baba’m sen söyle
Zorla tüzellik olmaz…
Erhan Çapraz