Doç. Dr. Mehmet SümeTöreli Yazılar

Eğitimde Çözümün Zamanı Geldi

ACİZANE ÖNERİM

Ülke olarak son yirmi-yirmi beş yılımızı göz önünde bulundurduğumuzda, sağlık, savunma sanayi, ulaştırma vb. alanlarda devasa adımlar attığımızı hatta bazılarında çağ atladığımızı söyleyebiliriz. Ancak benzer başarıları millî eğitim ve kültür konusunda elde edemedik. Eğitim camiasının içinde olan biri olarak her geçen yıl kan kaybettiğimizi üzülerek yakından gözlemliyorum. Töreli Fikir platformunda değerli hocalarım yazıları ile eğitim konusuna değindiler. Erhan Çapraz hocam,  kendi düşüncelerini sıraladıktan sonra “başka çözümü çözümleri olanlar varsa lütfen artık beri gelsin! “ şeklinde bir çağrıda bulundu. Eğitim ve kültür mali ve idari yönleri, okul, müfredat, aile, çevre ve öğretmen-öğrenci gibi çok geniş kolları olan bir o kadarda önemli bir meseledir. Bu alanların her birinde ortaya koyacağımız millî ve gerçekçi çözümlerle mevcut sorunların üstesinden gelebiliriz.

Uzunca bir zamandan sonra devlet ve millet olarak yeni bir hedef belirledik. “Türkiye Yüzyılı” her başlangıç yeni bir umuttur. Ülkemizin “Türkiye Yüzyılı” vizyonunu başarı ile gerçekleştireceğine dair zerre kadar şüphem yok. Ancak bu vizyona önce katkı sunup sonra sahiplenecek gençlerimizi yetiştirebilmemiz için eğitim ve kültür konusundaki mesellerimizi ivedilikle çözmemiz gerekiyor.  Öğretmen adaylarına verilen pedagojik formasyon derslerinde Türk millî eğitiminin temel amaçları öğretilir. Otuz beş yıl önce aldığım bu derslerin birinde aklımda kaldığı kadarıyla Türk millî eğitiminin temel amaçlarını şu şekilde öğrenmiştim. “ …Türk milletinin millî ve manevi değerlerini bilen, bu değerleri yaşayan, koruyan, ve bu değerleri, gelecek kuşaklara aktarma bilincinde olan bireyler yetiştirmek…” Amaç bu ise amaca yönelik bir müfredat belirlemek gerekir. Bu amaca Sigmund Freud, Maria Montessori, Fredrich Fröbel ve Jean Piaget’nin kuramlarıyla ulaşamayacağımız ortada. Millî olanı öğretmeden evrenseli yakalayamayız.  Tarihçi olduğum için kendi alanımdan bir örnek vereyim. Hepimiz hatırlarız ilkokulda sınıflarımızın duvarlarını süsleyen tarih/zaman şeridi vardı. Bu şeritte 8. 9. 10. ve 11. yüzyıllar orta çağ zaman diliminde yer alırlar ve orta çağın rengi siyah havası karanlıktır. Bu siyah ve karanlık bilgiye, bilime ve bilim adamına kısacası insana değer verilmeyişin sembolüdür. Eğer bu doğru ise, bu zaman dilimlerinde yer alan ve her biri İslam dünyasının parlayan yıldızı olan Hârizmî, Farabî, Birûnî, İbn Sina’yı ve bilimsel çalışmalarını nasıl izah edeceğiz, Nizamiye Medreselerini nereye oturtacağız. Artık Orta-Avrupa’nın tarihi gelişimine göre hazırlanmış tarih şeritlerini öğrencilerimize öğretmekten vaz geçmemiz gerekiyor “Türk Tarihinde Çağlar Meselesi” başlığı altında bu konuyu tartışıp durmak zaman israfıdır. Yarından tezi yok Türk tarihinin akışına göre düzenlenmiş zaman şeritleri sınıflarımızı süslemelidir. . “Zamanı Geldi” Artık her alanda yerli ve millî olana öncelik vermemiz gerekiyor.  İngiliz eğitim sisteminin her aşamasında Shakespeare’in olduğu söyleniyor. Biz de Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin Rumî gibi değerlerimiz edebiyat kitaplarında birer örnekle geçiştiriliyor. Şu halde öneriyorum. Daha okul öncesinden başlayarak müfredat konusunu abartıp teori ve kuramlara boğmayalım. Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken, müfredatımızı kadim kültürümüzde yüzlerce binlerce örneği olan şu düsturlar üzerine inşa edip, eğitimin ilerleyen safhalarında bunların kaynaklarına inelim.

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.

Hoşgörülükte deniz gibi ol.

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

Şimdi bir an için kahir ekseriyeti, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin bu yedi öğüdünü kişiliğinin bir parçası haline getirmiş işçi, çiftçi, esnaf, öğretmen, mühendis ve doktor gibi bireylerden oluşan, yardımlaşma, dayanışma ve sükûnetin hat safhada olduğu bir Türk toplumu tahayyül edelim. Bu toplumun Yunus Emre’nin;

Gelin tanış olalım,
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz
” düsturunu şiar edineceği aşikârdır.  Geriye ne kalıyor çalışmak çok çalışmak. Necip Fazıl’ın deyimiyle; “Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak gerekir. “Türkiye Yüzyılı” nın gerçekleşeceği yönündeki umut ve tahayyüllerimizi gerçeğe dönüştürecek çalışkan bir nesli yetiştirebileceğimiz inancı ile…

Mehmet Süme

                         

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu