Ahmet ÖzdemirTöreli Yazılar

SREBRENİTSA, BOSNA VE ALİYA İLE 15 TEMMUZ, TÜRKİYE VE ERDOĞAN

SREBRENİTSA, BOSNA VE ALİYA İLE 15 TEMMUZ, TÜRKİYE VE ERDOĞAN

Töreli mecraında ilk yazım yiğide hakkını vermekle ilgili. Bu yazı bir hatırlama nevi’nden koçaklama. Nihayetinde yiğide verilen bu hakkın milletin gönlünde ve sağduyusunda mahfuz olduğunu hatırlamakla ilgili. Bir milletin ve bir liderin ortak kaderi söz konusu olduğunda misal verilecek kahramanlıkla ilgili. Kurulan ilgili rabıtalar yolumuzu ve yazımızı hayra çıkarsın..

Yüksek Lisans döneminde bir derste hocamız makale yazmamı istemişti. Temmuz 2016 Darbe kalkışmasından hemen sonraki dönem. Hem Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını hem de merhum Aliya İzzetbegoviç’in kitaplarını bir arada okuduğum dönem de bu tarihlerle rastlaşır. Her ne kadar ihtisas yapmaya çalıştığım alan çok farklı olsa da edebiyat benim için vazgeçilemez ve başkalarına devredilemez nitelikleriyle çok önemli bir unsurdu, hala da öyle. Her ne kadar alanımdan uzak olsa da edebiyat, mütehassısı olmaya çalıştığım disiplinde derinleşmem için birçok illiyet bağı kurmamı vesile kıldı. İşte Aliya ve Tolstoy müşterek okumalarım da böyle bir bağ kurmamı sağladı.

Tolstoy kitabında “Milletleri yöneten güç nedir?” diye soruyor ve ekliyordu liderle bir halkın kaderi ortak mıdır? Halkın ve liderin iradesinde hangisinin bir diğerinin öncelediğini de araştırıyordu. Aliya da Tarihe Tanıklığım kitabında bu sorunun peşindeydi. Tarihe Tanıklığım kitabı bir hatırat olmanın ötesinde Bosna’nın bağımsızlığına giden yolu tüm açıklığıyla anlatan bir eser. Bu eserinde Aliya korku ve cesaretle ilgili bir hikaye anlatır. Savaş uçaklarının sortilediği bir gökyüzünün altında bombalanan bir pazar yerini korumasız ve korkusuz bir biçimde gezen Aliya’ya bir kadın: “Babo (baba) korkmuyorsun?” diye sorar. Aliya ise “tabi ki korkuyorum ben de sizin gibi bir insanım” diyerek cevap verir. Sonrasında ise kendisinin çok da önemli olmadığı, halkının yapmış ve yapmamış olduklarının daha önemli olduğunu ve bunun için Tolstoy’a atfen “Adam bunu anlatmak için iki bin sayfa kitap yazmış” diyerek hikayeyi bitirir.

Müşterek bir okumanın böyle bir yerde kesişmesi beni çok etkilemişti. Böyle bir illiyet sonrasında Aliya’nın haksız olduğunu anlatmak için Max Weber’in Karizmatik Otorite kavramından, tarih felsefesinden ve Tolstoy’un Savaş ve Barış kitabından hareketle bir yazı yazmaya koyulmuştum. Ancak güzel ülkem Tanpınar’ı haklı çıkarırcasına kendisinden başka bir şey ile meşgul olmamamız için yine bir karışıklığının ortasında çalkalanmaya başlamıştı. Tabi ki 15 Temmuz Darbe Kalkışmasından bahsediyorum. Nitekim olayların yoğunluğu ve sıcaklığı yapacağım çalışmayı sekteye uğratmış ve rafa kaldırmıştı. Ta ki benden yüksek lisansta makale istenene kadar.

Aliya ile ilgili yazmaya çalıştığım şey karizmatik otorite kavramı ve tarih felsefesiyle birlikte, bir halkın ve bir liderin kaderinin tarihin belirli bir anında ortak olduğuyla ilgiliydi. Biri olmazsa diğeri olmayacaktı. Varlıkları birbirlerine bağlıydı. Dolayısıyla öyle bir kader birlikteliğiydi ki tarihin akışında ya yok olacaklar ya da var kılınacaklardı. Bu düşünce 15 Temmuz sonrası, Cumhurbaşkanı ve Türk Halkı’na tevil edilebilecek türdendi. Halkın ve liderin kaderi tıpkı Bosna savaşında olduğu gibi 15 Temmuz gecesi de eşitleniyor, ortak bir varlık savaşında birleşiyordu.

Tolstoy kuramında akıl ve bilinç ayrımına gitmişti. Akıl zorunluluğun kanunlarını belirlerken bilinç ise özgürlüğün sınırlarını gösterir. Tolstoy’da tarihi bir olay ancak şekil ve muhtevanın birleşmesiyle oluştuğu için zorunluluk ve özgürlük kavramları da bu birleşim içinde kendini gösterir. Tolstoy özgürlüğün temsilcisi olan bilinci özne kılar. Bu özne mekanı kendisi tayin eder, zamanın dışındadır ve her olayın nedeni kendine içkindir. Machiavelli ise Prens’te siyasi erdemi, zamanın zorunlu akışına karşı kendi özgür zamanını kuran bir irade olarak tanımlar. Bu bağlamda Türk Halkı 15 Temmuz gecesi yazgının kendisine karşı kurduğu bu zamanın zorunlu akışına, özgürlüğünü temsil eden bilinciyle karşı koymuş ve özne olarak kendisini var kılmıştır Erdoğan’da siyasi erdemin ta kendisi olduğundan düzenleyici bir ilke olarak vücut bulmuş, Virtu’sunu (güç, iktidar, erdem) kullanarak halkı ile beraber Fortuna’ya (kötü talih, kader, tuzak) karşı çıkmıştır. Buna hem Erdoğan hem de halk zorunluydu.

Tam bu noktada Tolstoy’a dönersek, tarihi olayları meydana getiren ve milletleri yöneten gücün zorunluluk ve özgürlüğün birleşimiyle halkın ve liderin eylemlerinin birleştiği noktanın 15 Temmuz gecesi olduğunu açıkça görmüş oluruz. Dolayısıyla Türk halkının kaderi liderinin kaderiyle ortak bir biçimde tecelli etmiş kendisini var kılmıştır.

Bu vesileyle hem Aliya’yı hem de Bosna’nın mavi kelebeklerini rahmetle anıyor, kaderini düşmanına yem etmeyen Erdoğan ve Türk milletini ise şükranla, minnetle selamlıyorum..

Ahmet Özdemir

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Ahmet bey hocam, tebrîk ediyoruz… Kelâmınız bereketli, kaleminiz hareketli olsun… Nice güzel yazılarınız bu mecrâda dâim olsun, inşâallâh…🌷

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu