ADEM
Elleri cebinde yürüyordu…
Bir başına koca dünyaya sığamıyordu Adem.
Omuzlarına yük olan başını kaldırdı ve gökyüzüne baktı, “Keşke kanatlarım olsa da uçsam.” dedi.
Başı dönene kadar bakınca bulutların dünyasına; bir heyecan kapladı içini. Kanatları olduğunu ve küçüklüğünden beri pamuk şekerine benzettiği bulutlara yakın olarak uçtuğunu hayal etti.
Nereye kadar ve ne kadar uçmak istediğini geçirdi beyninden. Ansızın bir uçağın sesiyle irkildi. Kanadına uçak çarpmış kuş misali yere çakıldı hayali. Belki de hayal kurmak için havaalanından uzak bir yere gitmeliydi veya işini değiştirmeliydi. Ne zaman gökyüzüne dalsa bir uçak sesinin engeline uğruyordu hayal sesi.
…
Bir hafta sonra tatil gününde çay ve simit alarak sahilde bir banka oturdu. Dumanı üstünde çay ve simit kokusuna oldum olası hayır diyemiyordu. Kebaptan bile daha lezzetli geliyordu.
Lakin, sıcak çayı içse de, yüreği halâ soğuktu.
Yüreği üşüyordu bu şehirde, hatta bu dünyada.
Gözleri gene daldı; bu defa denizin derin ve yosun kokan sularına… “Balık olsam saklansam dip sulara, hatta okyanusa açılacak kadar yüzsem ve kaybolsam.” dedi.
Solungaçlarını düşününce, gözbebekleri dalgaların arasında büyüdü. Bir vapur sesiyle sudan çıkmış balığa döndü adeta.
Hayal bile kuramıyorum bu şehirde diyerek iç geçirdi.
…
Yazın soğuk, kışın sıcaktı. Baharlar bile küflü baharat gibi kokuyordu bu şehrin kirli havasında.
Önemli olan kendi havasıydı; bunun da farkındaydı ve havasız kalmış gibi şehrin sisli havasını ciğerlerine çekti.
Ne uçak, ne tren, ne vapur, ne korna sesi… Hatta insan sesi dahi duymak istemiyordu. Ölmüş fakat gömeni yokmuş gibi hissizdi ruhu.
“Hasta mıyım?” diye düşündü.
Ölümcül bir hastalıktı bu. Her gün yaşamakta olduğu bu ruh bocalamaları, yavaş yavaş kanına karışan bir zehirdi resmen. Ne kadar tarifsiz bir acı ve ne büyük bir dertti bu.
“Neyim var?” diye sordu kendine.
Yoksa “Deli miyim?” diyerek aklından geçirdi.
Halâ elleri cebinde yürümeye devam ediyordu.
İç sesinin titreşimleri dalga dalga tüm ‘ben’liğine, bilincinin tüm katmanlarına sürekli yeni mesajlar göndererek telkin halinde şunu bildiriyordu: “İnsanoğlu kendini arar dururmuş. Kendine bir adım kadar yakın ve kendini göremeyecek kadar uzakmış.” Bir hıçkırık kadar kısa olan bu zaman diliminde beyninden baş edemediği binlerce düşünce geçti ışık hızıyla adeta…
Yine bir sesle beynindeki gök gürültüsünden uzaklaştı. Bu defaki ses alarmdı. Yeni güne başlaması için çalan siren…
Alarm sesiyle uyandı ve yatağında doğruldu.
Aile yadigârı antika aynasının karşına geçti; yarı buhar olmuş aynayı çocukluğundaki gibi elleriyle sildi.
“Senden önce seni buldum! ” dedi, aynada gördüğü suretine.
Gördüğü kâbusu ya rüya olmasaydı diyerek düşündü ve içi ürperdi.
“Senden önce seni buldum! Sakın kendini bırakma!” dedi.
…
Yozgatlı Fennî Efendi’nin şu sözü geçti zihninden ve mırıldandı:
“Âdemi bul âdem ol âlemde âdem gizlidir.
Etme tahkir âdemi âdemde âlem gizlidir.”
Kâmil insanı bul ve insan ol; âlemde insan gizlidir.
Hiçbir insanı hakir görme, insanda âlem gizlidir.
…
Ademoğlu yaradılışından itibaren kendisini aradı durdu, ve nihayetinde Rabbinde kendini buldu, vesselâm!
Filiz Toklu ✍🏽