KABRİSTAN KÜTÜPHÂNESİ
Kabristanları kütüphânelere benzetirim…
Bu, muhayyelemin bana son zamanlarda lûtfettiği bir güzellik…
Ölen kişi, yazmış olduğu kendi defterini, kitabını alıp götürüyor… Ya da dürdüğü yaprak tomarını bağlayıp mühürlüyor ve kendisiyle birlikte sırlıyor…
Ne târihler yatıyor… Ne ilimler, ne felsefeler, ne san’atlar, ne şiirler yatıyor… Ve ne hikâyeler…
Hiç yazmayı bilmeyenler bile -başkalarının kaleminden de olsa- mutlakâ bir hikâye kitabı yazmış oluyorlar…
Masalsız olur mu hiç… Neler anlatılır arkalarından… Neler nasıl yorumlanır…
His yüklü, acıklı nice kitap… Arkalarından yakılan ağıtların dumanları tütmekte, yazılan mersiyelerin kan kırmızı mürekkepleri damlamakta…
Eyüp Kabristanı, Karacaahmet Kabristanı gibilerini târihî elyazma kütüphânelerine benzetirim: Süleymâniye Kütüphânesi gibi… Nâdirattan ne kitaplar okuyucularını beklemektedir, o kabristanlarda… Hiç okumayı bilmeyenler, birer fâtiha okurlar…
Târihimizin bize bahşettiği ne ilimler, ne fikirler, ne şiirler, ne hikâyeler yatmaktadır oralarda… Ve ne masallar uyumaktadır…
Hele türbeler, hele hazîreler… Has kitaplıklar… Kimi hazîreler selâtin kitaplıkları, kimileri evliyâ kitaplıkları… Her biri nice bir hazîne saklar… Her birinde nice hazîne sırlıdır, türbedarlarına sormalı…
Şâhide deriz, kitâbe deriz… Ya kabir taşlarının anlattığı onca hikâye… Ya da yazısız onca seng-i mezar… Demiyor mu bizim Yûnus:
Başları üstünde hece taşları
Ne söylerler ne bir haber verirler…
Yoksa söylediklerini biz mi anlamıyoruz… Yoksa verdikleri haberleri üstümüze mi almıyoruz… Mutlakâ vardır her birinin dilinin altında nice sustukları… İnsanlık târihimizin suskun anlatıcıları, suskun kitapları: Hâmuşan…
Şühedâ kabristanları… Şehitlikler… Milletimizin destanlarıyla doludur oralar… Yaşlarından büyük destan yazanların şâheserleri o kütüphânelerde muhâfaza altındadır…
Destan dedik… Anlatılmaz yaşanır kabilinden hayatların, yazılmaz anlatılır kabilinden kitapları… Kendileri için değil başkaları için yaşanan hayatların, sonrakiler okuyabilsinler diye yazılmış kitapları…
Ya asrî mezarlıklar… Yeni dönem mezarlıkları… Cebeci Asrî Mezarlığı, Karşıyaka Mezarlığı gibileri son dönem kütüphâneleridir… Yeni ciltli, tâze kapaklı sıra sıra dizilmiş binlerce kitap…
Son dönem bilimleri… Çağdaş düşünceler… Yeni zaman öyküleri… Anlı, şanlı, unvanlı nice nice kitap… Kiminin bakanı çok, kiminin hiç okuyanı yok… Mezarlık bekçileri, bakıcıları okuyup anlarsa ne âlâ…
Köy kabristanları… Köy kırâathâneleri… Çok okunmaktan şîrâzeleri dağılmış, kapakları kâğıtları yıpranmış, yazıları nemden silinmiş nice kitap… Elleri ve dilleri nasırlı Mevlidler, Muhammediyeler, Cenknâmeler, Hamzanâmeler, Battalnâmeler… Cüzler, hikâyeler, cönkler, mecmûalar…
Kabristan raflarında nice âşık sıralanmış; türkülerinin, hoyratlarının, uzunhavalarının sözleri, sazlarının nağmeleri de raflardaki yerini almış… Gecelerce anlattıkları hikâyelerinin kahramanlarıyla birlikte ebedî uykularına dalmışlar… Köy kütüphâneleri namsız, nişansız, Anadolu târihiyle akran nice kitapla dolu…
Kimi kitaplar vardır, kabristan kütüphânelerinde, âdetâ birer kütüphânedir… Kitap değil âdetâ kütüphâne yazmış olanlar… Kitap değil âdetâ kütüphâne okumuş olanlar… Kitapların peşinde ömürlerinin defterini doldurup ömürlerinin kitabını yazanlar… Kütüphânelerin emânetçisi hâfız-ı kütüpler…
Kitap içinde kütüphânedir onlar… Kabristan kütüphâneleri o kitaplarla birikir, o kitaplarla zenginleşir…
Servili kütüphâneler… Servilerin sessiz serinliğinde okuma ve anlama zevkini tadacağımız kütüphâneler… Her kitabın yazarıyla birlikte olabilme, kitapları bizâtihî kendi yazarından dinleyebilme imkânı sağlayan âsûde mekânlar… Kabristan kütüphâneleri…
Ne de az okuyoruz… Ne de az kulak veriyoruz… Hâlbuki, bilmek için okumak, bilmek için dinlemek gerekiyor… Bilmek için kabristan kütüphânelerini ziyâret etmek gerekiyor… Tekâsür Sûresi uyarıyor:
Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki…
Nihâyet kabirleri ziyâret ettiniz…
Hayır…
Yakında bileceksiniz…
Elbette yakında bileceksiniz…
Bir kebîkeç duâsı gerekmez mi kabristan kütüphânelerinin birbirinden kıymetli kitapları için…
Üç İhlâs bir Fâtiha…
Yâ kebîkeç…
Abdülkadir DAĞLAR
[Ay Vakti, Sayı 192, Mayıs-Haziran 2021]