Kolay olanı ve kestirme yolları neden sever insanoğlu?
Zora gel(e)meyen ve çoğu zaman uğraşmaya değmeyeceğini düşünen insan, yeterince neden çabalamaz ve neden pek çok arzusuna hep en kısa yoldan ulaşmak ister?
Emek gerektiren şeyler, insanın hem vaktini hem de sağlığını alır da ondan.
Belki de mutsuzluğun sebeplerinden biri, sarılıp uyuduğu, koynuna değil de zihnine, gönlüne sığdıramadığı adanmışlıklarının yokluğudur; insanı çıkmaza ve huzursuzluğa sevk eden.
İnsan, bedbaht oluşuna sebep hep başkalarını buldu; kendi kusurlarını ise ipe astı ve orada kuruttu. Unuttu…
En çok da kendisine acıdı, üzüldü ve gözyaşı döküp ağladı; içine akarken hüzünleri ve kırgınlıkları.
Öyle anlar geldi ki, çok yandı yüreği, su döküp söndürecek ruhdaş aradı kendisine; çaldığı tüm gönül kapılarında.
Veya günah keçisi bulup, yıktı tüm kabahatlerini ona buna, ta ki huzur bulabilsin vicdanı diye, yana yakıla.
El yordamıyla dahi bul(a)madı, zifiri karanlığa hapsettiği tüm hatalarını. Kör oldu!
Oysa her seferinde mum yaktı, fener de tuttu; ona buna kusur ararken.
İçten içe zevk aldı, birisini gömercesine arkasından eleştirirken ve tatmin etti egosunu; hayasızca.
Girdiği veballerden, aldığı günahlardan ağırlaşan kefesinin hesabının ahirette sorulacağı hiç olmadı umurunda.
Çoğu zaman farkında bile değildi zaten, akıl verirken en çok da kendisinin işlediği günahlardan; insanlara sakınmalarını öğütlerken.
Peki, neden göremeyiz kendimizde olan eksileri ve neden hep ararız onda bunda? Sanki tüm artılar bizdeymişçesine, depolarımız dolmuş gibidir mükemmel olan karakterimizin emsalsiz vasıflarıyla.
Kabahatler de günahlar da daima başkasına yakışır, cuk diye otururdu bedenine, prova dahi yapmadan.
Kendimizi doğrulayacak şeylerin ve kişilerin ardı sıra gidiyoruz.
Olur da hani, onay mührü vurulur diye.
Oysa doğruyu, doğru kişileri bulabilmek, dosdoğru olabilmek ve kalabilmek değil miydi tüm meramımız.
Tam olarak ne zaman vaz geçmiştik; kaybımızı aramaktan?
Ve insanın iyisi hep kendisi midir?
Aygül Yıldırım Uzun