DilDoç. Dr. Abdülkadir Dağlar

Sahâbet ~ Suhbet Kelimelerine Dâir

Töreli İştikâk - 50

Sahâbet ~ Suhbet Kelimelerine Dâir

Bu töreli iştikâk sohbetine, Usûlî’nin (vef. 1538)

Kanı şol gün kim cemâl-i yâr idi eglencemüz

Devletinde her cihetle var idi eglencemüz

Murg-ı dil ‘ışk âyetin okurdı bülbüller gibi

Hüsn bâğında gül-i gülzâr idi eglencemüz

Besler idi tatlu dillerle dili tûtî gibi

Mısr-ı cânda bir şeker-güftâr idi eglencemüz

Cân u dil Mûsîyi gark itdi tecellî nûrına

Tûr idi seyrânumuz dîdâr idi eglencemüz

Sohbetinde yoğ idi ağyârdan havf u melâl

Ey Usûlî bir gül-i bî-hâr idi eglencemüz

gazelini okuyarak başlamak, hem töreli bir şiirle hâzırûnu selâmlamak hem de töreli sohbet meclislerinin ilk ve en ezelîsinin neşvesini hep birlikte derinden duyup hâtırlamak açısından yerinde olacaktır… Usûlî, bu şiirinde “meclis-i elest”e –elest bezmine– telmihte bulunmakta, Allâh ile rûhlarımız arasındaki ezelî musâhabeyi hâtırlatmaktadır… Mâlûmdur ki o ilk mukâvele –sözleşme ve söyleşme– ve o ilk musâhabe –sâhipleniş ve sohbet ediş– özetle şöyle idi:

“– Elestu bi-Rabbikum? (Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?)

Belâ şehidnâ… (Evet, şâhid olduk –ki sen bizim Rabb’imizsin-…)”… (A‘râf / 172)

Musâhabe, dedik, “sâhipleniş ve sohbet ediş” yânî… Zîrâ, dikkat edilecek olursa, o mecliste Allâh rûhlarımızı –birer kul olarak– sâhiplendiğini beyân etmiş oldu, rûhlarımız da Allâh’ı –bir Rabb olarak– sâhiplendiklerini ikrâr etmiş oldular; dolayısıyla Allâh ile rûhlarımız arasında cân diliyle bir sohbet cereyân etmiş oldu…

Artık âşikâr olan bir şeydir şu: Töreli iştikâk, hâlihâzırdan ezele bir fikrî yolculukla kelime ve kavramların ezelî hâllerini duyup anlamaya ve anlatmaya çalışmaktır… İşte bu iştikâk denemesinin mevzûu da ezel-ebed çizgisi üzerinde sohbet ve musâhabe töresinin mâhiyetidir; bu yola sahâbet ve suhbet kelimeleri ile çıkılacaktır…

Sahâbet, “korumak, gözetmek, arkasını kollamak, himâye etmek; yoldaşlık, arkadaşlık yapmak; sâhiplenmek; sâhiplik” anlamlarındadır…

Suhbet, “iki dost yâhut dostlar arasındaki samîmî konuşma, içten dertleşme; konuşarak birbirini dinleme; bir mes’ele etrâfında teklifsiz tekellüfsüz yapılan dostâne düşünce ve duygu alışverişi; sohbet” anlamlarına gelmektedir…

Bu iki kavramı ism-i fâ‘il sîgasında birbirine bağlayan bir kelime var ki bu kavramlar arasındaki derin anlam örüntüsünü şekillendirmektedir:

Sâhib, “koruyan, gözeten, arkasını kollayan; yoldaş, arkadaş; sâhip” anlamlarının yanında “dinleyerek ve konuşarak sohbet eden, dertleşen samîmî arkadaş” anlamlarını da hâiz bulunmaktadır…

Sahâbet, suhbet ettiği kimseyi korumak, kollamak, sâhiplenmektir… Sahâbet, suhbet ederek sâhip çıktığını, suhbet ettiği kimsenin arkasını kolladığını göstermek, îlân etmektir… Sahâbet, suhbet ettiği kimseyle yola çıkmak, yoldaşlık yapmak, arkadaş olmak, dostluk kurmaktır… Sahâbet, birlikte yola çıktığı, aynı yola baş koyduğu kimseyi sâhiplenmektir…

Sahâbet, gözü gibi sakındığı, tehlikelere karşı önüne siper olduğu kimseyle suhbet etmektir… Sahâbet, himâye ettiği, bakımını üstlendiği, efendisi yâhut sâhibi bulunduğu kimseyle –kölesiyle, câriyesiyle, hizmetçisiyle– suhbet etmektir… Sahâbet, idâre etmekle mes’ûl olduğu reâyâsıyla suhbet etmektir…

Suhbet, sahâbet alâkası içinde bulunduğu, koruduğu, kolladığı, yola çıktığı, arkadaşlık kurduğu, yânî sâhibi bulunduğu kimseyle, onun sevincini, üzüntüsünü, neş’esini, kederini de sâhiplenerek konuşmaktır… Suhbet, konuşarak, anlamaya çalışarak, derdiyle hemhâl olarak ve anlaşarak sahâbet bağı kurmaktır… Suhbet, dinleyerek sâhip çıkmak, konuşarak sâhiplenmek, anlaşarak sâhip olmaktır…

Suhbet, konuşmak, yânî sahâbet ederek, konuşarak birbirinin gönlüne konmaktır… Suhbet, konuşarak birbirine komşu –konşu– olmak, birbiriyle komşuluk sahâbeti kurmaktır…

Suhbet, sahâbet alâkasıyla sâhibi bulunduğu kimseyi dinlemek ve sâhibi bulunduğu kimsede dinlenmektir… Suhbet, sâhibi bulunduğu kimseyi dinleyerek dinlenmek, dinginleşmektir… Ezcümle, suhbet, konuşmaktan ziyâde arkadaşını dinlemek ve dinleme sabrını gösterebilmektir…

Musâhabe halkalarıyla var olmak…

Sahâbet ile suhbet arasında oluşmuş bulunan alâkaların tecrübe edildiği, yaşatıldığı ve hayâtiyetini koruduğu töreli teşekküllerdir, “musâhabe halkaları”… Bu dâirevî oluşumlar, kimi zaman birbirleriyle iç içe geçmiş ya da kesişmiş halkalar şeklinde de ortaya çıkabilirler…

Musâhabe, “birden fazla kimsenin sahâbet rûhuyla birbiriyle suhbet etmesi; sohbetleşmek; birbirini gözetmek; birbirine sâhip çıkmak” şeklinde anlamlandırılabilir… Bir musâhabe hâlinde bulunan sahâbet ve suhbet ehlinin her birine musâhib denmektedir…

Musâhabe töresinde, sahâbet ve suhbet halkasını teşkîl eden insan unsurları arasında rûhen ve fikren bir sâhiplenme hissiyâtı neşvünemâ bulur; bu hissiyâtın filizlenemediği halkalara “musâhabe” denilmesi pek mümkün görünmemektedir…

Musâhabe, töreli cemiyetin olmazsa olmazıdır; zîrâ, esâs îtibârıyla daha ziyâde şifâhî –söze dayalı, sözlü– bir mizâca sâhip olan töreli cemiyet, sahâbet ve suhbet rûhuyla birbirine cansuyu verenlerin, birbirini sâhiplenenlerin oluşturduğu, hayat verdiği bir yapıdır… Musâhabe, birbirinin eline, diline, gözüne, kulağına ihtiyaç duyanların; mâddeten ve mânen birbirinin sahâbetiyle ayakta durabilenlerin, rûhen ve fikren de birbirinin suhbetiyle ârif, âgâh ve ayık kalabilenlerin muhtâc oldukları halkadır…

İnsan, kulaktan beslenir, kulaktan zehirlenir.” töresözü mısdâkınca, birbirini sâf fikirlerle ve selîm bilgilerle besleyecek, sâfiyeti şüpheli fikirler ve selâmeti şâibeli bilgiler yoluyla birbirinin zehirlenmesine göz yummayacak olan hakîkî yoldaşları, dostları, musâhipleri ayık ve ayakta tutan töreli halkadır, musâhabe…

Söylemeden geçmemeli; her devirdekinden daha fazla ihtiyâcımız var bu musâhabe halkalarına… Zîrâ musâhabe zincîrinin halkalarının dağılmasıyla –hattâ dağıtılmasıyla– töresini kaybetme, var oluş ve türeyiş hikmetini yitirme noktasına gelen bir milletin ferdleriyiz…

Ashâb-ı Kirâm -aleyhimussalâtuvesselâm-…

Hazret-i Resûlullâh –sallallâhualeyhivesellem– efendimiz “Hayru’l-ashâbi ‘indellâhi hayruhum li-sâhibihî. (Allâh katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına karşı hayırla davranan, hayırlı olandır.)” buyurmuştur… Denilebilir ki Resûlullâh efendimizin arkadaşları, arkadaşların da en hayırlılarıdır; zîrâ, onlarla Resûlullâh arasında tam bir sahâbet ve kâmil bir suhbet teşekkül etmiş idi… O arkadaşlar, yoldaşlığın ve dostluğun da âdetâ destânını yazmışlardı… Onlar, yânî sahâbîler…

Sahâbî, “yoldaşının arkasını kollayan yol arkadaşı; arkadaşına sâhip çıkan sohbet arkadaşı” temel anlamından ziyâde “Resûlullâh’ın sohbetine katılmış, onunla aynı musâhabe halkasında bulunmuş kimse” anlamındaki ıstılâhı ifâde etmektedir…

Sahb, Sahâbe ve Ashâb kelimeleri ise, lugat bakımından sâhib ve sahâbî kelimelerinin cem‘i –çoğulu– sayılmaları hasebiyle “sâhibler, sahâbîler” anlamına gelmekle birlikte, bir ıstılâh olarak da “Resûlullâh’ı korumuş, kollamış olanlar; İslâm yolunun ilk çetin devresini Resûlullâh ile berâber yürümüş fedâkâr yol arkadaşları; Resûlullâh’ın musâhabe halkasında onu dinlemiş, onunla konuşmuş bahtiyar sohbet arkadaşları; sahâbîler” anlamında kullanılmaktadır…

Fidâke ummî ve ebî yâ Resûlallâh! (Anam ve babam sana fedâ olsun, yâ Resûlallâh!)” diyecek kadar hamiyyet ve mürüvvet ehli; mâllarını, cânlarını, vakitlerini, şahsî ve âilevî huzurlarını hiçbir tereddüt göstermeden Resûlullâh’ın İslâm yoluna fedâ edecek kadar ferâgat ve fütüvvet sâhibi kimselerdi, Sahâbe-yi Resûlullâh… Yeryüzündeki sadâkat, vefâ ve teslîmiyetin en mümtaz mümessilleriydi, Ashâb-ı Kirâm…

Sahâbet ve suhbet târîhinin bu zirve noktası nasıl teşekkül etmiş idi..? Hîç şüphesiz “musâhabe” ile… Resûlullâh mescidde, suffada, çarşıda, pazarda, seferde, cephede her fırsatta sahâbîleriyle musâhabe hâlinde idi… Ashâb, onun latîf dudaklarından dökülen inci sözleri, cân kulaklarına küpe yapma hevesinde idi… Sahâbe, onun her emrine tam riâyet etme azminde ve gayretinde idi… Zîrâ, Resûlullâh, Cebrâîl vâsıtasıyla dâimî olarak Hakk teâlâ ile münâcât ve musâhabe hâlinde idi; onun dilinden aktarılanlar aslâ ve kat‘â kendi nefsinden, hevâ vü hevesinden değil idi… Allâh, bu hususta Ashâb-ı Kirâm’ı şu âyetlerle te’mîn etmiş idi:

Ve’n-necmi izâ hevâ mâ dalle sâhibukum ve mâ ğavâ ve mâ yentıku ‘ani’l-hevâ. (Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız –Muhammed– sapmadı ve azmadı; o, hevâ vü hevesinden konuşmaz.)”… (Necm / 1-3)

Resûlullâh’ın o emîn ve selîm musâhabe halkası, halka halka halkalanmakta, âdetâ bir musâhabe zincîrine dönüşmekteydi… Bir sahâbet ve suhbet timsâli olarak o töreli musâhabe halkaları sonraki devirler için de âbidevî bir nümûne sayılmakta, töreli her musâhabe, besmele ve hamdelenin ardından salvele ile o musâhip dostları anıp hâtırlatarak başlamakta idi: “Ve’s-salâtu ve’s-selâmu ‘alâ-Resûlinâ Muhammedin ve ‘alâ-âlihî ve ashâbihî ecma‘în.

Töreli musâhabe halkalarının aslî mekânları sayılan câmilerde, hakîkatın Allâh’tan Resûlullâh’a ve ondan da âline ve ashâbına naklediliş istikâmetini temsîlen şu hüsn-i hatt levhalarının –âdetâ bir musâhabe halkasını andırırcasına– dâirevî olarak asılması, bu nokta-yı nazardan pek mânidar görünmektedir:

Allâh – Muhammed – Ebûbekr – Ömer – Osmân – Alî – Hasan – Hüseyn

Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm…

Mü’minlerin sahâbeti, suhbeti ve musâhabesi, “birbirlerini sâhipleniş” şuûru bakımından çok mühimdir, elhakk… Musâhabe halkaları, “El-mu’minu mir’âtu’l-mu’mini. (Mü’min, mü’minin aynasıdır.)” hadîs-i şerîfini duyulur ve hissedilir kılan, mü’minlerin selâmetinin ancak birbirlerine emânet edildiğini hâtırlatan en güzel şifâhî meclislerdir, elhakk…

Mü’minlerin selâmeti, Allâh’ın rızâsından, Resûlullâh’ın hâtırından ve birbirlerinin hayrından başka bir şeyin arzulanmadığı bu töreli musâhabe halkalarının, cemiyetin her uzvunu –âdetâ birer yarasını sararcasına– kuşatacak şekilde yeniden neşvünemâ bulmasındadır… Zîrâ, birbirinin yüzünü görmeyen, birbirinin sesini duymayan, birbiriyle kucaklaşmayan, birbirinin kokusunu almayan mü’minler birbirlerine nasıl ayna olabilirler..?

Hâdî’nin hidâyeti, Selâm’ın selâmeti, Latîf’in letâfeti cümle ümmet-i Muhammed’e yoldaş olsun… Cümleten sâhib-i mutlakımız, Mâlikülmülk teâlâya emânet olalım…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu