Doç. Dr. Özgür ÇarkTöreli Yazılar

Medine Pazarı Tecrübesi ve Günümüz Pazar Meseleleri 1

Senaryosunu yazmadığın bir filmde figüranlık rolü biçilmiş. Rol çaldığında veya büyük oynadığında yönetmen ve senarist tarafından “ekonomik enstrüman” veya “regülatör” gibi süslü isimler verilen tasmalarla terbiye edilmenin nasıl bir şey olduğunu, terbiye edilen olarak anlatabilmenin güçlüğünü sizlerin parlak dimağlarına, mazlum ve mahzun gönüllerine bırakıyorum.

Gündemde zamlar, maaş artışları ve ekonomik meselelere ilişkin haberler arasında kâh bulanık kâh dağınık dolaşırken Törelifikir mecrası yazarlarından, değerli abim Abdülkadir Dağlar hocamın “Deyn – Dîn – Medîne Kelimelerine Dâir” iştikâkı önüme düştü. Medine ateşi de gönlüme…

Sevgilinin yatağı, yanağı, kucağı ve gül kokulu mukaddes şehir… Medine ateşi…

Bundan bir ay önce benim de jüri üyesi olarak iştirak etmekten mütelezziz olduğum, Ömer Keskin beyefendinin, Sakarya Üniversitesi İslam Ekonomisi ve Finansı Anabilim dalında “Türkiye’de Tarımsal Üretimin Finansmanı ve Gıda Tedarik Zinciri: Sorunların Tespit ve İslam Ekonomisi Çerçevesinde Çözüm Önerileri” başlıklı doktora tez savunmasında da Medine Pazarı tecrübesine atıf olunca bu yazıyı yazmak biraz da mecburiyet oldu.

Önce kavramlara bugünün penceresinden kısaca bakmakta fayda var.

Evvela bizzat saadet devletinin başşehri Medine.

Medine

Abdülkadir hocamın da tabiriyle “Medîne, bir ism-i mekân olarak, dînin yaşandığı, yaşanma imkânı bulduğu belde, dîn yeri demektir… Medîne, dînin hür ve müstakil olarak neşv ü nemâ bulduğu yerleşim yeridir… Medîne, dînin temsîl edildiği belde ya da şehirdir… Medîne, dîn devletinin merkezi, başşehridir… Özelde ise, Medîne, İslâm Dîni’nin devletleştiği, İslâm Devleti’nin kuruluşunun gerçekleştiği şehrin adıdır…”.

Pazar

Farsça’dan dilimize geçen, dilimizden de pek çok Avrupa diline geçen “pazar” kelimesi, başka bir Farsça kökenli kelime olan, “çeşitli dükkanlar ihtiva eden kapalı ve açık alışveriş yeri” anlamına gelen “çarşı” kelimesi ile benzer anlamlarda kullanılmaktayken, kelimenin, İtalyanca kökenli “piyasa” kelimesi veya İngilizce kökenli “market” ile de aynı anlamda kullanımına şahit olmaktayız.

İktisadi anlamda pazar veya piyasa kavramını ele aldığımızda, çok fazla teknik detaya girmeden, genel hatlarıyla bugün, dört farklı piyasadan bahsedebiliriz:

Bunlar; satıcı ve alıcıların bir araya geldiği gerçek mal ve hizmetlerin alınıp satıldığı “reel piyasalar”, döviz, altın, hisse senedi ve değerli kâğıt gibi menkul değerlerin alınıp satıldığı “finansal piyasalar”, yurt dışından alım (ithalat) ve satım (ihracat) işlemlerinin gerçekleştiği “dış ticaret piyasası” ve devletin bütçe faaliyetlerinin yürütüldüğü “kamu piyasası” şeklinde tasnif edilebilir.

Bugünün neo-liberal ve karma piyasa karışımı iktisadi ortamında bu dört piyasanın sağlıklı ve sıhhatli olarak ve de birbiriyle ahenkli olarak işlemesi arzu edilen bir durum iken, bu piyasalardan herhangi birinin bozulması veyahut piyasalar arasındaki denge ve ahengin bozulması ise enflasyon, develüasyon, resesyon, stagnasyon veya stakflasyon gibi sonuçlar ile ekonomik kriz olarak adlandırılan türlü içtimâî ve iktisâdî sorunlara yol açmaktadır.

Peki bu piyasalar neden dengeli ve ahenkli gitmiyor, bizleri uğraştırıyorlar bu krizlerle, buhranlarla dediğinizi işitir gibiyim. Bende bu işittiğim sesin doğrultusunda sizlere önce bugünün iktisadi ortamında pazar-piyasa işleyişinden önümüzdeki haftalarda da Medine Pazarı’ndan bahsedeceğim, kıyası da sizlerin töreli zihinlerine ve gönüllerine havale edeceğim. Zira konunun hacmi, muhtevası ve kapsamı açısından ancak birkaç haftaya yayarak işin içinden çıkabiliriz.

Bu iş maalesef pek kolay değil. Hatta bunu anlatarak, yazarak bir köşe yazısına sığdırabilmek, idraklere sunabilmek ve kavratabilmek maalesef çok da kolay değil. Bu zorluğun fakında olan ekonomist ve yorumcular, nasıl olsa kimse bir şey anlamıyor söylediklerimizden diye düşünerek, bu durumu dibine kadar suiistimal ediyorlar zaten. Hatta işi o kadar abartıyorlar ki iki gün önce hararetle iddia ettikleri hususların, iki gün sonra tam zıddını daha da hararetli bir şekilde savunan beyanlarda bulunabiliyorlar.

Misal yerli ve milli üretimin eksikliğinden dem vuran namlı ve şöhretli bir ekonomist aynı zamanda yerli ve milli üretimin, yerli ve milli üreticinin en büyük düşmanı olan faizin artırılmamasından yakınabilmekte; dış ticaret piyasasında ithalatın ihracatı geçtiği ve dış ticaret açığı verdiğimizi ballandıra ballandıra anlatan şahıs ise, bir başka gün dövizin yüksek olmasından şikâyet edebilmektedir. Oysa döviz kurunun yükselmesinin ihracatı artırıcı ve ithalatı azaltıcı etkisi olduğunu bal gibi biliyor hatta kitaplarında da anlatıyor bu aynı şahıs. O zaman mesele iktisadi mesele olmaktan ziyade şahsın içtimâî ve siyâsî meselesi haline geliyor.

Peki neden bu türedi tipler ve neden bu zorluk peki?

Senaryosunu yazmadığın bir filmde figüranlık rolü biçilmiş. Rol çaldığında veya büyük oynadığında yönetmen ve senarist tarafından “ekonomik enstrüman” veya “regülatör” gibi süslü isimler verilen tasmalarla terbiye edilmenin nasıl bir şey olduğunu, terbiye edilen olarak anlatabilmenin güçlüğünü sizlerin parlak dimağlarına, mazlum ve mahzun gönüllerine bırakıyorum.

Şimdi terbiye edilen bir figüran olarak işin teknik kısmının zorluğunu izaha çalışayım. Bu dört piyasanın hem düşman hem dost olmasından kaynaklanan bir zorluk var. Yani bu dört piyasa hem birbirini olumlu veya olumsuz olarak etkileme özelliğine sahip hem birbirine muhtaç ama aynı zamanda birbirini bozucu vasfa da sahip olabilmektedir. Yani reel piyasayı enflasyon veya devalüasyon krizinden muhafaza etmek için aldığınız bir tedbir, finansal piyasalar tarafından olumsuz veya aşırı bir tepki ile karşılanabilmekte ve bu durumun döviz kurunu bozucu bir etkisi olabilmektedir.

Döviz kurunda yaşanan aşırı dalgalanma ise dış ticaret piyasasında ithalat ve ihracatın seyrini değiştirebilmektedir. Ya da başka bir misal kamu piyasasında sağlık bütçesi için ayırdığınız kalem; salgınlar, depremler veya planlı olmayan durumlar, devlet olarak bu kalemin çok daha üzerinde bir harcama yapmanızı gerektirirken, siz kamu maliyesi açık vermesin bütçeyi tutturalım diyerek tasarruf tedbirleri uygularsanız bu da devletin sosyal devlet kimliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Yok sosyal devlet olayım derse, devletin borçlanması gerekmekte ve genelde bu tarz buhranlı günlerde faiz oranları artacağı için devlet yüksek faiz oranları ile borçlanacak ve bütçe açığı verecektir. İki ucu değil çok af edersiniz ama tam dört ucu necasetli değnek.

Haftaya değerlerin hunharca dejenere edildiği bir dünyada, pazarda değer nasıl belirlenir konusuna geçeceğiz.

Kalın sağlıcakla, efendim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu