DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarEdebiyât

‘Arş – Şer’ – Şi’r Kelimelerine Dâir

‘Arş, tüm kâinâtı ve mevcûdâtı koruyan en üst tabakadır… Şer‘ ve şerî‘at, tüm nizamların ve tüm kânunların üzerinde, tüm beşeriyyeti ve tüm cemiyyeti gözetecek olan en üst kubbedir… Şi‘r, insânın şu‘ûrunu ve daha ziyâde şu‘ûraltını en üst seviyede muhâfaza edecek olan ve san‘atlar tasnîfinde en üst tabakayı teşkîl eden san‘at ve edebiyat dalıdır…

 

Kimi mefhumlar vardır ki ilk bakışta birbirleriyle münâsebetsiz imiş gibi görünürler; ancak, onları karşılayan kelimelerin iştikâk -yânî kökteşlik- alâkaları meydâna çıktığında aralarındaki mânâ münâsebetleri birden tebellür etmeye ve meraklılarının gözlerini  kamaştırmaya, büyülemeye başlarlar… Bu mefhumlar arasındaki iştikâk, kimi zaman kebîr yânî büyük olur; o vakit, o kelimeler etrâfında ortaya çıkan mânâlar evreni de haylî geniş ve derin olur…

İştikâk-ı kebîr, üçlü masdarı oluşturan harflerin -sâdece- sıralamadaki yerlerinin farklı olduğu başka masdarlar ile o masdarlardan türeyip türevlenen kelimeler arasındaki kökteşlik alâkalarını temâşâ eder… Bu temâşâ peşinde kimi zaman koskoca bir varlık ve kâinât tasavvuruyla karşı karşıya kalınabilmektedir… Öyle bir yolda izlenecek usûl ise, sabır, hayret ve tefekkürle yürümektir…

Bu iştikâk-ı kebîr denemesine girişilmesinde belirleyici olan esâs sâik de benzeri bir meraktır..: ‘Arş ile şer‘, şer‘ ile şi‘r ve şi‘r ile ‘Arş arasında ne türden alâkalar bulunabilir..? Zihnin haylîce zamandır tefekkürle iştigâl ettiği mevzûlardan biri idi, bu… Nazar edip görelim… Hîç boşuna söyler mi, Yûnus..:

Yar yüreğim yâr gör ki neler var

Yâr yüreğim yar gör ki neler var

Yar yüreğim yar gör ki neler var

‘Arş, “İslâm kevniyyâtında yedi gök ve yeryüzü ile birlikte Kürsî feleğini de kuşattığı kabûl edilen en üstteki, en dıştaki dokuzuncu felek; felekü’l-eflâk ya da felekler feleği; dam, çatı, kubbe; gökkubbe” anlamlarındadır…

‘Arş, sarıp kuşattığı alt-iç âlemlerin kabuğu, kabuk tabakasıdır… ‘Arş, sarıp kuşattığı alt-iç âlemlerin de kendisinden türeyip türevlendiği aslî felektir… ‘Arş, göklerle yerin tüm çarklarını çeviren çark-ı felek yânî en büyük çarktır… ‘Arş, tüm bu çarkların devridâimine derûnî nizâm veren üss-i esâsîdir…

‘Arş, “Er-Rahmânu ‘ale’l-‘Arşi’stevâ… (Rahmân -Allâh-, ‘Arş’a istivâ etmiş, kurulmuştur…)” (Tâhâ / 5) âyetinde -ve bu minvaldeki başka âyetlerde- de ifâde edilen, yücelerin yücesindeki istivâ tahtıdır… ‘Arş, gayb-ı mugayyeb yânî mâverâ âleminin başladığı sınır hattıdır… ‘Arş, Kâf Dağı tâbîr edilen ve ulaşılması bir beşer için ancak hayâl-i muhâl olan zirveler zirvesi, dağlar başıdır…

Şer‘, “semâvî dîn olan İslâm’ın ahkâm, akâid, ibâdât muâmelât ve muâşerâtını tanzîm ve tedvîn eden kânunlar ve ilkeler manzûmesi; İslâm töresi; şer‘-i şerîf; şerîat” anlamlarına gelmektedir…

Şer‘, tüm beşeriyyeti ile cem‘iyyetin derûnî âhengini muhâfaza eden İslâm çatısıdır… Şer‘, insanlar ve cemiyetler arasındaki muâmelât ve muâşerâtın derûnî nizâmının tedâvülünü sağlayan İslâm çarkıdır… Şer‘, içindeki tarîkat, hakîkat ve ma‘rifet tabakalarını sarıp kuşatan kabuk veyâhut şerî‘at tabakasıdır…

Şi‘r, “ses-söz-âhenk alakâları bakımından derûnî bir nizâmın mazharı olan lisânî ve sözel san‘at; şiir” demektir

Şi‘r, sözle ifâde üslûplarının, söyleyiş yollarının, edebî türlerin, hulâsa edebiyat piramidinin en üst tabakasıdır, çatı katıdır… Şi‘r, kuvvet ve câzibesini sükût ile söz arasındaki âhenkten sağlayan bir mânâ ve mazmûn aynasıdır… Şi‘r, beşerî şu‘ûrun şi‘ârıdır… Şi‘r, ezelî şu‘ûrun, beşerî söz ve meş‘ar aynasında tecellî etmiş hâlidir…

‘Arş, şer‘ ve şi‘r mefhum-kelimeleri arasındaki mânâ iştikâkına gelince… Bir tasavvur zemîninde bu mefhumları birbirleriyle anlayıp yorumlamaya ve bu kelimeleri birbirleriyle tanıyıp tanımlamaya çalışmak ne kadar mümkün olabilir..? Bunu tecrübe etmekte yarar olsa gerektir…

‘Arş, tüm mükevvenâtın şer‘i ve şerî‘atıdır… Şöyle ki, tüm mevcûdâtın nizâmnâmesi ‘Arş katında tanzîm edilmiştir ki her mahlûkun kaderi de yazılı hâlde Levh-i Mahfûz’da bulunmaktadır; Levh-i Mahfûz’un ise ‘Arş feleğinin altında -Kürsî feleğinin üstünde- yer aldığı farzedilmektedir… ‘Arş, şer‘in ve şerî‘atın kaynağıdır; zîrâ, şer‘î-Kur’ânî hakîkatların muhâfaza altında tutulduğu hazîne, Levh-i Mahfûz’dur… Bu, “İnnehû le-Kur’ânun kerîmun fî-kitâbin meknûn… (Muhakkak o, -aslı- gizli bir kitâbda bulunan -korunan- yüksek değerli Kur’ân’dır…) (Vâkı‘a / 77-78) ile “Bel huve Kur’ânun mecîdun fî-Levhin Mahfûz… (Muhakkak o, -aslı- Levh-i Mahfûz’da bulunan yüksek şerefli Kur’ân’dır…)” (Burûc / 21-22) âyetlerinin de işâret ettiği bir hakîkattır…

‘Arş, şi‘rin de kaynağıdır; zîrâ, Levh-i Mahfûz şi‘r mazmûnlarının da hazînesidir ki ‘Arş’ın altında yer almaktadır… Töreli edebiyâtın söztöresini yorumlayan kimi töreli metinlerde hadîs olarak da dile getirilen “İnne lillâhi kunûzen fî-tahti’l-‘Arşi ve mefâtîhuhâ elsinetu’ş-şu‘arâ’i… (‘Arş’ın altında Allâh’ın öyle hazîneleri vardır ki onların anahtarları şâ‘irlerin dilleridir…)” töresözünde de bu telakkîye işâret edilmektedir…

‘Arş’ın hakîkatları, peygamberlerin ve de şâ‘irlerin birer meş’ar sayılan gönüllerinde tecellî etmektedir ki bu anlamda peygamberlerin ve de şâ‘irlerin gönülleri ‘Arş’ın mazharları sayılmaktadır… İlâhî kelâmın aslî hakîkatları etik-nebevî mecrâdan peygamberlerin şi’âr yeri olan meş‘arlarına vahyedilmiştir; şi‘rlerin mazmûnları ise, estetik-bedî‘î mecrâdan şâ‘irlerin şi‘r yeri olan meş‘arlarına ilhâm edilmektedir…

Şer‘ ve şerî‘at, ‘Arş’ın kânunnâmesidir; yânî, ‘Arş’a istivâ eden Allâh’ın, ‘Arş ve altındaki mahlûkâtın nizâmını tâyîn ettiği bir fıtrat kitâbı, bir törenâmedir… Şer‘ ve şerî‘at, beşerî kânunların ‘Arş’ıdır, bir çatı ve bir kubbe olarak da tüm beşerî nizamların üzerinde yer tutar… Bu minvalde, töreli şâir Rumelili Za‘îfî de Şer-i Ahmed -yânî şerî‘at-ı Ahmediyye– olarak ifâde ettiği ezelî-Muhammedî şerî‘atı, Arş gibi yüksek ve demirden bir dağa benzetmektedir..:

Şer-i Ahmed âhenîn bir tağdur bâlâ çü Arş

Şer‘ ve şerî‘at, ‘Arş’ın şi‘ridir; nitekim şer‘-i şerîf, beşerî-dünyevî münâsebetlerin derûnî nizâmı ve intizâmı için ‘Arş katında tanzîm edilerek yazılıp indirilmiş bir kânunlar ve ilkeler manzûmesidir… Şer‘ ve şerî‘at, kâinâtın ve mükevvenâtın ezberinde, yânî derûnî meş‘arında bulunan ve onların hayâtî hareketlerine yön ve düzen veren bir nizâmnâme şi‘ridir…

Şi‘r, ‘Arş’ın san‘atı, san‘atların ‘Arş’ıdır… Ezelî “Kun… (Ol…)” kelâmı ile var kılınan ilk mahlûkât arasında yer alan ‘Arş’ın kelâmî-sözel bir mâhiyete sâhip olduğu, altında bulunan Levh-i Mahfûz’da ise mazmûn denilen kelâmî şi‘r hakîkatlarının muhâfaza edildiği hesâba alınacak olursa, şi‘r san‘atına böyle bir pâye vermek mümkün olsa gerektir…

Şi‘r, şâirin şer‘i ve san‘atların şerî‘atıdır… Töreli şi‘r telakkiyâtı, şâirlere peygamberlerin hemen altındaki tabakada yer vermektedir; bunda, hem peygamberlerin hem de şâirlerin aynı hikmet ve hakîkat kaynağından, yânî Levh-i Mahfûz’dan beslendikleri kabûlünün etkisi mühimdir… Şer‘ ve şerî‘at sözeldir; sözel san‘atların en sırlısı ve en mühimmi olan töreli şi‘r de bu husûsiyetiyle san‘atların şerî‘atı ve de en şer‘îsi sayılabilir…

Kuvvetle muhtemelen şi‘r ile şer‘ ve şerî‘at arasındaki iştikâk alâkasından kaynaklanan bu zımnî münâsebetin etkisiyle olmuş olmalı ki şer‘-i şerîfin hüküm sürdüğü devirlerde şi‘r san‘atı da hükümrân olmuştur… Buna mukâbil, şerî‘atın hükümsüz bırakıldığı son iki asırlık devirde şi‘rin de hükmü tedâvülden kaldırılmaya çalışılmış, yerine roman, tiyatro gibi edebî türler ikâme edilmek istenmiştir…

Şi‘r san‘atı yoluyla büyüleyici ifâdeler kullanmak -yânî bir bakıma sihir yapmak-, şerî‘at dâiresinde kabûl edilebilirlik icâzetine sâhip en helâl sihir -yânî sihr-i helâl– olarak görülmektedir… Kendisi de iyi bir şâir olan Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’nin, şi‘rle ilgili bir mes’ele üzerine verdiği şu fetvâ cevâbı da bu duruma ışık tutabilecek seviyededir:

Terk it hevâ-yı şi‘ri ki sevdâ-yı hâmdur

Sihr-i helâl olursa da dime harâmdur

Bu mısrâların mazmûnundan da anlaşılabileceği üzere, şi‘r san‘atı, peşinden sürüklenip gidilecek ve aslî kulluk vazîfelerini îfâda ihmâlkârlığa düşürecek bir hevâ vü hevese dönüştürülmemek, ancak îtidal ve hikmet dâiresinde tutulmak kaydıyla şerî‘ata muvâfık, harâm olmayan, helâl bir meşgale olabilir…

Gelelim şâ‘ire… Şâ‘ir, şi‘ri kendisine şi‘âr edinmiş kimsedir… Şâ‘ir, şu‘ûrunu şer‘ ile kâim kılan ve şu‘ûraltını da şi‘r ile ayık tutan kimsedir… Şâ‘irin meş‘arı -gönlü-, şi‘rin de şu‘ûrun da ‘Arş’ıdır, -başka bir söyleyişle de- Levh-i Mahfûz’un aynasıdır…

Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm…

‘Arş, tüm kâinâtı ve mevcûdâtı koruyan en üst tabakadır… Şer‘ ve şerî‘at, tüm nizamların ve tüm kânunların üzerinde, tüm beşeriyyeti ve tüm cemiyyeti gözetecek olan en üst kubbedir… Şi‘r, insânın şu‘ûrunu ve daha ziyâde şu‘ûraltını en üst seviyede muhâfaza edecek olan ve san‘atlar tasnîfinde en üst tabakayı teşkîl eden san‘at ve edebiyat dalıdır… Müşâhede edildiği gibi, burada mevzû edilen bu mefhum-kelimelerin hepsi, kubbeden habbeye, beşeriyetten cemiyyete ve maddeden rûha tüm mevcûdâta âdetâ birer koruma kalkanını andıran şeyleri işâret etmektedir…

Âvâzeyi bu ‘âleme Dâvûd gibi sal

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

mısrâlarının töreli şâ‘iri Bâkî gibi, Yahyâ Kemâl Beyatlı da derûnunda “kendi gök kubbemiz” terkîbine yer verdiği Süleymâniye’de Bayram Sabâhı şi‘rinde tüm bu müştakk mefhumları mükemmelen yoğurup yorumlamaktadır…

Biliriz ki, şi‘r Türk’ün yitik şu‘ûrudur, nerede bulursa alıp şu‘ûrlanmalıdır…

Biliriz ki, şer‘-i şerîf Türk’ün yitik şi‘ârıdır, bir an evvel bulup kuşanmalıdır…

Biliriz ki, ‘Arş Türk’ün yitik meş‘arıdır, durmaksızın arayıp kızılelmaya ulaşmalıdır…

Bu iştikâk denemesini, vaktiyle “kendi gök kubbemiz”e dâir yaptığımız bir yorumla hitâma erdirmek istiyoruz, mazmûnuna da âmîn diyerek..:

Mekke meş‘ar

Medîne şi‘âr

Kudüs şu‘ûr

İstanbul şi‘irdir

‘Arş’ın selâmeti, şer’in şerâfeti ve şi’rin letâfeti ile kalalım, efendim…

Abdülkadir DAĞLAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu