Cisr ~ Cesâret Kelimelerine Dâir
–Gazze ve Uygur müslümanlarına…–
İştikâk, kavramlarla kavramlar ve kelimelerle kelimeler arasına, altından nice mânâ suları akacak olan köprüler kurmaktır… Bu köprülerin, altından akan ırmağın mecrâ uzunluğu ve genişliği ile hacmi ve hızına göre, değişik sayılarda ayakları ve gözleri bulunmaktadır… Bu ırmağın menşe’i ve kökeni ne kadar geçmişte ve geride ise üzerinde kurulacak köprülerin sayıları o kadar artacak ve nitelikleri de o kadar farklılık arz edecektir…
Bu töreli iştikâk denemesi ise, iki kelime arasındaki kavram ve anlam köprülerinin üzerinde bir temâşâ, bir gezinti mâhiyetinde olacaktır…
Cisr, “köprü” anlamındadır…
Cesâret, “yiğitlik, gözüpeklik, atılganlık” anlamlarında, “kişinin korkusuzca davranma, hareket etme özelliği ve bu özelliği veren iç kuvvet”i ifâde etmektedir…
Bu iki kelime birbiriyle hangi “kök anlam” noktasında birleşir; bunu, kavramlar etrâfında kısa bir fikrî temâşâ ile yorumlayabilmek mümkündür:
Cisr, cesâret köprüsüdür… Cisr, cesâretin köprü hâlidir… Cisr, cesâretin aynası, göstergesidir… Cisr, cesâretin sınandığı köprüdür… Cisr, geçilmesinde insânî cesâret gerektiren köprüdür, yâni ancak cesâretle geçilebilecek olan köprüdür… Cisr, çetin ve derin vâdîlerde, coşkun ve derin ırmaklar üzerine cesâretle kurulan köprüdür…
Cisr, zor yere köprü atma, köprü kurma ve hattâ köprü olma, cesâretidir… Yâni, cisr, –arkasından gelenler emin bir şekilde geçebilsinler diye– emniyeti mechul ve müphem görülen karşı tarafa yiğitçe atılma, karşıya geçme, köprüden geçme cesâretidir…
Cesâret, cisri –köprüyü– geçmek, karşıya geçebilmektir… Cesâret, kişiye cisri geçirtebilme kuvveti ve karşıya geçebilme azmi veren fıtrî histir…
Cesâret, zor yere cisr –köprü– kurabilmektir… Cesâret, çetin cisr üzerinden karşıya geçebilmektir… Cesâret, kolayla zor arasında cisr kurabilmek, kolaydan zora geçebilmektir…
Dahası, cesâret, cisr –köprü– olabilmektir; yâni, küskün iki kişi arasında, düşman iki topluluk arasında, irtibâtı kopmuş iki taraf arasında, töre ve örf akışı sağlanamayan iki nesil arasında cisr olabilmektir… Bir başka ifâdeyle, cesâret, köprü insan, köprü nesil olabilme mes’ûliyet ve mükellefiyetini taşıyabilmektir…
Cesâret, hayât ile memât, yaşam ile ölüm arasındaki hâzırlık cisrini –köprüsünü– ayakta tutabilmek, yaşarken ölüme hâzır bulunabilmektir… Cesâret, âhiretin sırât cisrinden suhûletle geçebilmek için dünyâ sırâtında müstakîm olarak dosdoğru yürüyebilmektir…
Öte taraftan, cesâret, gerektiğinde cisr –köprü– yıkmaktır… Şöyle ki mâlını, cânını, yakınlarını, ırzını, nâmûsunu, dînini, vatanını, mukaddesâtını muhâfaza etmek için düşmâna karşı yapılacak mücâhede ve mücâdelenin başında, düşmanlaşan tarafla arada mevcut olan barış cisrini yıkmak, yâni köprüleri atmaktır… Bir bakıma cesâret, sonuna kadar yiğitçe savaşma azmini diri tutmak için, dönüş cisrini kendi eliyle yıkmak, yâni bir nevi –Târık bin Ziyâd örneğinde olduğu gibi– gemileri yakmaktır… Ezcümle, cesâret, dostluk ve muhabbet köprüsünü kurmak, düşmanlık ve nefret köprüsünü yıkmaktır…
Medenî cesâret…
Karşılıklılık esâsına dayanan tüm beşerî münâsebetlerde eyleme ilk geçen ve harekette ilk bulunan taraf olmak bir cesâret gerektirmektedir ki bu fıtrî husûsiyetin kimi zaman “Medenî cesâret” tâbîriyle ifâde edildiği mâlûmdur… Medenî cesâret, en temel düzeyde “şehirli cesâreti” şeklinde tanımlanabilir… Mahalle, köy gibi küçük ölçekli yerleşim yerlerinde sâkinlerin birbirini tanıması, bu yüzden de birbiriyle râhatça ve güven duygusu içerisinde komşuluk ilişkileri gibi beşerî münâsebetler kurmaları gâyet tabîî ve de kolaydır… Ancak, halkın çoğunluğunun birbirini tanımadığı, bilmediği çok nüfuslu şehir ölçeğinde beşerî köprüler kurup geliştirmek, bir cesâret meselesi hâline gelebilir… Bu yüzden, medenî cesâret ya da şehirli cesâreti tâbîr edilen bir kavramdan bahsetmek mümkündür…
Medenî cesâret, bir diğer aslî tanımlama denemesiyle söylemek gerekirse, “Medîneli cesâreti”dir… Esâsında, Medenî cesâret, Yesrib’i Medîne’ye –yâni bir dîn şehrine– dönüştüren Hicret-i Nebeviyye sürecinde, hiç tanımadıkları muhâcirlere –yâni Mekkeli mü’min kardeşlerine– evini barkını, mâlını mülkünü, ticâretini pazarını, kısacası tüm hayâtını ortak edebilme fedâkârlığı, yâni “ensâr cesâreti”dir… Ensâra, muhâcirlerle arasına ferâgat ve fedâkârlık zemîni üzerinde uhuvvet cisri –kardeşlik köprüsü– kurduran cesâretin adıdır, Medenî cesâret… “İnneme’l-mu’minûne ıhvetun fe aslihû beyne ahaveykum vettekullâhe le‘allekum turhamûn. (Ancak mü’minler kardeştirler; o hâlde kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allâh’tan sakının ki merhamete eriştirilesiniz.)” (Hucurât / 10) emri muktezâsınca muhâcir mü’minlere muhabbet cisrini –gönül köprüsünü– kuran ensârın cesâretidir, Medenî cesâret… Yine bu âyet gereğince, dargın ve küskün âilelerin, kardeşlerin ve dostların arasına silm ve sulh cisri –barış köprüsü– kurmaya atılmaktır, Medenî cesâret…
Kezâ, Medenî cesâret, Bedir’de ve Uhud’da kendinden sayıca üstün Mekkeli müşrik ordusuna karşı Medîneli ilk hamleyi, ilk atılımı yaptıran îman cesâretinin de adıdır… Bu anlamıyla Medenî cesâret, cihâd niyetini dâim, mücâhede gayretini de kâim tutan îmânî kuvvetin adıdır…
Mekkî cesâret de ne ola..?
Medenî cesâret olur da “Mekkî cesâret” olmaz mı… Nasıl olmaz, tabîî ki olur… Denilebilir ki Mekkî cesâret, Medenî cesâretten önce ve önde gelir; zîrâ o, “Mekkeli cesâreti” demektir…
Mekkî cesâret, kendisine bi‘set –peygamberlik– vazîfesi verilmesinin ardından, Hazret-i Peygamber –aleyhissalâtu vesselâm– efendimizin bu büyük vazîfeyi çok katı bir câhiliyye toplumuna açıktan tebliğ etme cesâretidir… Mekkî cesâret, Resûlullâh efendimizin –Hırâ tecrübesi sonrasında– âilesini, kabîlesini ve dostlarını karşısına alma ihtimal ve tehlikesine rağmen ilk tebliğ vazîfesini hakkıyla yerine getirme cesâretidir… Mekkî cesâret, Resûlullâh efendimize, putperest Mekke halkı ile tek Allâh arasında îman cisri –inanç köprüsü– kurma aşkı, şevki, azmi ve gayreti aşılayan cesârettir…
Mekkî cesâret, Resûlullâh’ın, yoksulları zenginlerle, güçsüzleri güçlülerle, köleleri efendilerle, siyâhîleri beyazlarla, Arab olmayanları Arablarla, köylüleri –ya da çöllüleri– şehirlilerle, kadınları erkeklerle Allâh katında eşitleyerek aralarında İslâm cisri –esenlik köprüsü– kuran cesâretinin adıdır… Resûlullâh’ın bu eşitlik ilkelerini cân u gönülden benimseyerek Kureyş’in müşrik hâkimlerine karşı bir bayrak şeklinde kaldıran ilk mü’min müslümanların cesâretidir, Mekkî cesâret… Türlü tehdit ve işkencelere rağmen “Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resûlullâh” kelimesini Kâ‘be’de ve Mekke’nin sokaklarında haykıran ilk müslümanların cesâretidir, Mekkî cesâret…
Mekkî cesâret, Hatîce’nin, Zeyd’in, Fâtıma’nın, Alî’nin, Ebûbekr’in, Bilâl’in, Sümeyye’nin, Yâsir’in, Ammâr’ın, Hamza’nın, Ömer’in, Osmân’ın cesâretidir… Aldıkları emir üzerine âilelerini, sevdiklerini, mâllarını mülklerini, evlerini barklarını, vatanlarını bırakıp Habeşistân’a ve Medîne’ye hicret ederek İslâm’ı ilk yayanların cesâretidir, Mekkî cesâret…
Mekkî cesâret, Mekke’deki bir avuç müslümânın canları bahâsına “i‘lâ-yı kelimetullâh” dâvâsını haykırma cesâretinin adıdır… Ve o günden bugüne kadar aynı şuurla bu dâvâyı yüklenen her müslümâna kuvvet veren cesâretin adıdır, Mekkî cesâret…
Mekkî cesâret, Allâh yolunda mâlını, bedenini, cânını fedâ ettiren, gazâ ve şehâdet rûhunu besleyen cesâretin adıdır… Mekkî cesâret, günümüzde Gazze ve Uygur müslümanları tarafından temsîl edilen, tüm dünyâdaki mazlûm mücâhidlerin cesâretinin adıdır… Onlar, Mekkî cesâretin aynaları, müşahhas hâle gelmiş mümessilleridir…
Hulâsa…
Gazze ve Uygur müslümanlarının bilfiil cihâdı Mekkî cesâretin, o cihâdı tüm dünyâda dil ile duyurmak ve maddî imkânlar ile doyurmak da Medenî cesâretin göstergesidir… Gazze ve Uygur müslümanlarına kalbî muhabbet köprüleri kurmak, buna karşılık, İsrail ve Çin zâlimleri ile aradaki köprüleri yıkıp onlara kalbî nefret beslemek ise göğüsteki îman cevherinin göstergesidir…
Allâh, kurulması gereken tüm hayır cisrlerini –köprülerini– kurmada, yıkılması gereken tüm şer cisrlerini de yıkmada cümle ümmet-i Muhammed’e cesâret versin… Allâh, cümle ümmet-i Muhammed’i, Resûl’üne lutfettiği Mekkî ve Medenî cesâretler ile mücehhez kılsın, donatsın…
Âmîn…
Abdülkadir DAĞLAR