Değirmen de Durmaz Bu İpte Un da
-Nasreddîn Hoca Şerhi – 14-
*
Deyimler, bir hikâyenin, bir kıssanın, bir latîfenin, bir şiirin yansıttığı geniş anlamlar ve yorumlar dünyâsının aynaları sayılırlar… Kâinâta, dünyâya, hayâta dâir töreli yorumların vecîz ifâdeleridir, deyimler… Bir kesin sonuç, bir hüküm bildirmekten uzak durdukları için de, atasözlerine nisbeten daha içten kullanılabilir, daha mütevâzı mesellerdir, deyimleşmiş ifâdeler; çoğu zaman söylenirken farkına bile varılmaz, öylesine bütünleşmişlerdir dilin diğer unsurlarıyla…
Deyim yerine tâbir kelimesinin de kullanıldığı bilinmektedir… Özünde bir anlama ve anlatma eylemini ifâde eden tâbir –ta‘bîr-, özelde ise “rûyâ şerhi, düş yorumu” anlamına gelmektedir… Hâsılı denilebilir ki, deyimler dünyâ düşüne ve hayat rûyâsına dâir yorumların kesinlik taşımayan birkaç kelimeyle ifâdeleridir…
Görüldüğü üzere, deyimler dilin, zengin mânâlar evrenini oluşturan ve taşıyıp aktaran töreli unsurlarındandır…
**
Nasreddîn Hoca latîfelerinin de darb-ı mesel yâhut “mesel çakma” husûsunda, yâni atasözü ve deyim üretmede zengin bir kaynak olduğunu söylemek gerekir… Bu latîfelerin mânâ ve mazmûn yüklerini umûmiyetle bu mesel unsurları taşımaktadır… Hattâ bünyesinde latîf atasözlerini, deyimleri taşıyan anlatılara mesel dendiğine de kimi zaman şâhid olunmaktadır…
“İpe un sermek” deyimi de bunlardan biridir ki dil aynasında yansıyan müşterek millî hâfızaya, Hoca’nın şu latîfesinden yâdigâr kaldığı söylenebilir:
***
Hoca’nın bir komşusu varmış; emânete sadâkat göstermez, ödünç aldığı şeyi iâde etmekte hassas davranmazmış… Hoca, komşusunun bu huyundan hayli bîzâr imiş; zîrâ ona ödünç verdiği şeyleri geri almakta epeyi zorlanırmış…
O komşusu bir gün Hoca’nın kapısına gelir, ip ister… Tabî, Hoca’nın cânı yine iyice sıkılır; usûlen içeriye şöyle bir bakıp geldikten sonra da der ki:
– Komşu, ip müsâit değil; benim hanım ipe un sermiş…
Komşusu,
– İlâhî Hoca, o da ne demek; ipe un serilir mi hiç..?
diye çekiştirip diretince, Hoca da cevâbını verir:
– Anlasana, komşu; gönül vermek istemeyince ipe un da serilir, başka şeyler de..!
****
Acabâ, bu tâbir yâhut deyim, nasıl bir mânâ ve mazmûn evreninin yorumudur..? Bu, ancak latîfeyi şerh denemesiyle anlaşılabilir… Şöyle ki:
𝟎 Emânete sadâkat göstermemek, kendisine muvakkaten emânet edilen, yâhut geçici bir süreliğine kendisine ödünç verilen bir şeyi sâhiplenmektir… Dünyâ, dünyâlık olan şeyler ve ömür denilen dünyâ hayâtı, geçici bir süreliğine ve geri alınmak üzere insâna verilmiş birer emânettir; onları sâhiplenmemek ve onlar üzerinde kalıcı tasarruflarda bulunmamak îcâb eder…
𝟏 “Komşu”dan murâd, hiç ölmeyecekmiş gibi sâdece bu dünyâya yatırım yapan, bu dünyâlık şeylere karşı kendisini sâhip ve mâlik zanneden, kendisine bahşedilen şeyleri kendisinden bilip başkalarından esirgeyen, tamahkâr ve cimri kimsedir…
Anlaşılmaktadır ki, Hoca’nın bu komşusu, meşhur “kazan doğurdu / kazan öldü” latîfesinde, kazanın doğurduğuna inanıp da öldüğüne inanmak istemeyen; kezâ, “eşek evde yok” latîfesinde, eşeğin anırması üzerine eşeğe inanıp da Hoca’ya inanmadığı için, Hoca’nın “Bana inanmıyorsun da ahırdaki eşeğe mi inanıyorsun..?” târîzine mâruz kalan kişidir…
𝟐 “İp”ten murâd dünyâdır ve âlem-i ervâh ile âlem-i berzah arasına gerilmiş olan bir ömürlük fânî dünyâ hayâtıdır; zîrâ, bu hayat ancak bir ip kadar güçlü ve dayanıklı sayılabilir…
Hoca’nın komşusu, bir ipe bile tamah edebilecek tıynette, mürüvvetsiz bir kimse olduğu için bu latîfede yerilmekte, hicvedilmektedir…
𝟑 Töreli edebiyatta bir “değirmen istiâresi” vardır… Buna göre, dünyâ, zamân ırmağının akışıyla dönen bir değirmen olarak kabûl edilir; dünyâ değirmeni, zaman ve mekânla mukayyet olan insanları ve bütün mahlûkâtı öğütür, un ufak eder…
Değirmenin içerisine bir ip çekildiği farzedilecek olursa, öğütülen unun havaya kalkan tozları bu ipin üzerine serilir; ama, ipin gerilip bırakılmasıyla yâhut hafifçe titretilmesiyle, üzerinde biriken bu incecik un tozları da dökülüp saçılır… Yâni, dünyâ üzerinde hiçbir şey kalmaz; toz zerrecikleri bile…
𝟒 “Hanım”dan bir murâd “nefs”, bir başka murâd da “dünyâya tâlip olan insan”dır… Zîrâ, nefs, müennes bir kelimedir; dünyâ da müennes –dişil– yapılı bir kelimedir, “en alçak” anlamındaki müzekker ednâ kelimesinin müennesidir… Töreli edebiyatta ise dünyâ bir “kocakarı”ya teşbîh edilir; yaşlandıkça güzelliğini, canlılığını, parlaklığını, gücünü yitiren bir kocakarıdır dünyâ…
Nefsinin peşine takılarak alçakların alçağı dünyâya meyledenler ve fânî dünyâ zenginliklerine tamah edenler de dünyâ ile alçaklaşmış olurlar… Bu ise, –kemâle ermiş olması beklenen– yaşlı bir insânın yâhut bir kocakarının en rezil durumudur ki, Kur’ân’da “erzelu’l-‘umur (ömrün en rezil çağı)” (Nahl / 70) terkîbinde ifâdesini bulmaktadır…
𝟓 Hanım, ipe un serme mecâzıyla dünyâya meylettiği için, onun ipine tamah etmek de ayrıca bir mürüvvetsizlik ve insâniyetten yoksunluktur… Komşu, –mecâz yoluyla– bir taraftan hanımın ipe un sermesini kınasa da, öte taraftan kendisi de ödünç aldığını geri vermek istemeyen, dünyâlık şeyleri sâhiplenen, tamahkâr ve cimri kişiliğinden vazgeçmemektedir…
İnsan bu; tamah ve cimrilik husûsunda başkalarını eleştirip çekiştirirken, aynı hastalıkla mâlûl olan kendi hâlini ise görmezden gelir… Bu, hakîkî anlamıyla bir “aynasızlık” hâlidir; yâni, insan hep başkalarına bakar, fakat Hâlık ve mahlûk nazarında nasıl göründüğüne aldırış etmez, öz aynasında kendisine bakmaktan kaçar…
𝟔 Hoca “gönül vermek istemeyince” derken, komşusuna ayna tutmakta, onu kendi hâlini görmeye dâvet etmektedir…
Olmayacak bahânelerle elindekini vermek istemeyen insanların hâli, dünyâ ipine un serme misâliyle anlatılmaktadır: İp ince ve un ise hafiftir… Ebedî âhiret nîmetlerini kazanmaya çalışmayıp da ömür sermâyesini kıymet bakımından daha hafif şeylerin toplanması peşinde harcamak, ancak rûhen, aklen ve ahlâken hıffetin –hafifliğin– bir tezâhürü sayılabilir…
𝟕 “İp”ten bir başka murâd da, “Sırât Köprüsü” olsa gerektir… Zîrâ, Yûnus Emre
Sırât kıldan incedür kılıçdan keskincedür
Varub anun üstine evler yapasım gelür
derken, dünyâ köprüsünün, esâsında bir karar mahalli olmadığını ve bilakis sâdece bir geçiş yeri olduğunu îmâ yoluyla, dünyâ köprüsünde kalıcı olarak yerleşmek için ev kuranların zihniyetine târizde bulunmaktadır…
Denilebilir ki, Sırât, geçiş hakkı ancak dünyâ hayâtında iken sâlih amellerle kazanılan bir âhiret köprüsüdür… Bu açıdan bakıldığında, “Sırât üzerine evler yapmak”tan murâdın ise, “dünyâ hayâtında hayrat ve hasenatta bulunarak her biri bir Beytullâh –Allâh’ın evi– olan gönülleri kazanmak” olduğu söylenebilir…
*****
Töreli edebiyatta metinlerarası bağların çok kuvvetli olduğunu, âdetâ her metnin bir başkasına ayna tuttuğunu hâtırda tutmak gerekir… Hoca’nın bu latîfesindeki mazmûn da, âdetâ Âşık Yûnus’un aşağıdaki şiirinde şerh edilmiş gibidir:
Denize bir ip gerseler
Üstine ceviz serseler
O ipi hem devşirseler
Ne hoş olur cumburdısı
Demirden evler yapsalar
Üstine bir çan assalar
Sonra evleri yıksalar
Ne hoş olur çangırdısı
Şîşeden binâ kursalar
Bir hayli vakit dursalar
Sonra sopaylan ursalar
Ne hoş olur şangırdısı
Yerden göğe küp yığsalar
Depesine dek çıksalar
Sonra bir tekme ursalar
Ne hoş olur gümbürdisi
Dervîş Yûnus söyler bunı
Sakın ipe serme unı
Yakındur dünyânun sonı
Kıyâmetün tangırdısı
Hoca’nın “ipe un da serilir, başka şeyler de” demesi, Yûnus’un dilinde “Denize bir ip gerseler / Üstine ceviz serseler” mısrâlarıyla yorumlanmaktadır… “Deniz”den murâdın, Arz –yeryüzü– ile berâber feleklerin tamâmını ve Arş’ı da kuşatıp saran bahr-ı muhît yâhut mâverâ veyâhut da sonsuzluk denizi olduğu söylenebilir; “ip” ise, su üzerinde bulunan Arş ile Arz arasındaki mahlûkât âlemine gerilmiş, nizâm-ı kâinât yâni töre ipidir… “Ceviz”den murâd ise, bu ip üzerine sıra sıra dizilmiş felekler, yıldızlar ve gezegenlerle birlikte bütün mahlûkattır…
Yûnus’un bu şiirinin, şu âyetten ilhâm almış olabileceğini söylemek de mümkündür; zîrâ, oluş-bozuluş devridâiminde fıtrat ve hilkat –yaratılış-, büyüleyici bir töreyi göstermektedir:
“Ve huve’llezî halaka’s-semâvâti ve’l-arza fî-sitteti eyyâmin ve kâne ‘arşuhû ‘ale’l-mâ’i li-yebluvekum eyyukum ahsenu ‘amelâ ve le’in kulte innekum meb‘ûsûne min-ba‘di’l-mevti le-yekûlenne’llezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn. (Onun Arş’ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur; and olsun ki, kâfirlere “Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz..!” desen, onlar da “Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir..!” derler.)” (Hûd / 7).
Yûnus, bu dünyâ ipine un bile serilemeyeceğini, zîrâ kıyâmetin yakîn ve dünyânın sonunun yakın olduğunu söylemektedir… Kıyâmet hengâmesinin tangırtısında ipte unun bile duramayacağı açıktır; nerede kaldı ki bu dünyâ ipinde daha büyük hesap-kitaplar ve yatırımlar ayakta kalsın…
Boşluğa gerilmiş ipin üzerinde cevizlerin durması nasıl muhâl ise, boşluktaki dünyâ üzerine birbiri ardınca sıralanmış emellerin kalıcı olması da imkânsızdır; çünkü her emel, ecellidir ve ecelle mâlûl vaziyettedir…
******
Bu şerh denemesini, Atebetü’l-Hakâyık adlı töreli edebî eserin müellifi Edîb Ahmed-i Yüknekî’nin şu veciz nasîhatıyla hitâma erdirmek güzel olacaktır:
Yime pendim al kel uzatma emel
Emel asrasında busuglı ecel
Emel timişim dost uzun sanmak ol
Uzun sanma sakınç öküş kıl ‘amel
(Gel, yine öğüt al:
Uzun vâdeli emeller –tûl-i emel– besleme; çünkü her emelin altında ecel saklıdır…
Ey dost..! Emel dediğim, uzun –zaman sonrasını– düşünmektir; gelecek hesâbını uzun tutma; güzel ameller işlemeye bak…)
Selâm’ın selâmeti ve Latîf’in letâfeti ile…
Abdülkadir Dağlar