Kelimeler, mantık kuşlarıdır, fikir ve hayâl semâlarının uçsuz bucaksız vâdîlerinde uçuşan… Kelimeler, fikrin ve hayâlin altın kulelerinde parlayıp yine o kulelerin burçlarında gurûb eden seyrüsefer kuşlarıdır, Ahmed Hâşim’in
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i‘lân
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler
mısrâlarında anlatmakta olduğu…
Her canlı ve her insan gibi…
Kelimeler de gurbettedir, bu fânî diller dünyâsında; aslî kök ve anayurt sayılan “Kun… (Ol…)” emrinden yeryüzüne düşeli… Kelimeler de hayrettedir, Kâf Dağı’na çıkan garâbet vâdîlerinde… Kelimeler de garîbdir, gurbet kuşları gibi, bir ömür Sîmurg’un peşinde…
İşte, iştikâk, kelimeleri gurbetten ve garâbetten kurtarıp sılaya vâsıl kılan gayretin adıdır… İştikâk, kelimeleri âid oldukları aynaya avdet ettiren ameliyenin adıdır… Bu töreli iştikâk denemesi ise, g–r–b üçlüsünden türeyip türevlenen bâzı kelimeler etrâfında şekillenecektir…
Garb, “batı yönü; Batı memleketi; Garp, Mağrip” demektir…
Hem lafzen hem de ma‘nen garb kelimesinden müştakk iki kelime daha vardır burada zikredilmesi gereken..: Biri yine “batı yönü; Batı memleketi; Garp” anlamındaki mağrib kelimesi, diğeri ise “güneşin batışı, günbatımı” anlamına gelen gurûb kelimesi…
Gurbet, “atayurdundan, anavatanından uzaklık” anlamındadır…
Garâbet, “daha önce görülmemişlik; şaşılacak şeylik hâli; kelimelerin çok eski ya da çok yeni olmasından kaynaklanan görülmemişlik özelliğini ifâde eden bir fesâhat ıstılâhı” anlamlarına gelmektedir…
Gurbet ve garâbet kelimeleri, sıfat-ı müşebbehe cinsinden garîb kelimesinde birleşir… Garîb kelimesi ise, gurbet kolundan gurebâ ve garâbet kolundan da garâ’ib çoğul kelimelerine ulaşır..:
Gurbet > garîb > gurebâ -“gurbetteki garîbler, garîb kimseler”-… Garâbet > garîb > garâ’ib -“garâbetteki garîbler, garîb şeyler”- …
Garb, bir şarklı için; mağrib ise, bir maşrıklı için gurbet ülkesidir… Garb, bir garîb için, garâ’ibin tezâhür ettiği garâbetler ülkesidir… Ezcümle garb, gurebânın bir arada çile çekip gün saydıkları gurbet ülkesidir…
Bu zâviyeden bakıldığında, âhiret şark ve dünyâ da garb olacaktır; çünkü dünyâ, batıcı yânî gurûb edicidir… Yine aynı zâviyeden, Şark-Doğu medeniyetinin -daha ziyâde- bâkî âhireti, Garp-Batı medeniyetinin de -daha ziyâde- fânî dünyâyı temsîl etmesi mânîdar görünmektedir… Zîrâ, Şark-Doğu medeniyetine nazaran Garp-Batı medeniyeti dünyâcıdır, dünyâperesttir…
Gurbet, bir şarklı ya da maşrıklıya, garbın ya da mağribin verdiği bir hâlet-i rûhiyedir… Gurbet, gurûb vaktinde insânı saran uzaklık, ayrılık, yalnızlık hissidir… Gurbet, garâ’ibin gurebânın rûhuna çökmesidir…
Gurbet, Mevlânâ-yı Rûmî’nin
Bi’şnev în ney çün hikâyet mîkuned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mî-kuned
[Dinle, bu ney neler anlatmaktadır; ayrılıklardan şikâyet etmektedir…]mısrâlarında ayrılık yurdundaki garîb ney ya da insân-ı kâmilin özünde taşıdığı ezelî histir…
Garâbet, gurûbda gurbeti hissedememek ve garbda gurûbu farkedememektir…
Garâbet, yeryüzü gurbetine düşen garîb Âdem ile garîbe Havvâ’nın ilk olarak karşılaşıp da tanımaya çalıştığı her yeni şeyin temel vasfıdır… Garâbet, bir şarklı ya da maşrıklının garb ya da mağribde yaşadığı hayret ve şaşkınlık hâlidir… Kezâ garâbet, şarkta müdemiç garb ile garbda mündemiç şarkı farkedememektir…
Garâbet -en sarsıcı mânâsıyla-, güneşin şarktan ya da maşrıktan gurûb edip batması, garbdan ya da mağribden tulû‘ edip doğması sayılır ki o, kıyâmet alâmetidir…
Gurâb Garîbin Kuşudur
Gurâb, “karga, kuzgun” demektir…
Gurâb’ın, yânî karganın garbla, gurbetle, garâbetle nasıl bir anlam alâkası olabilir..?
Gurâb, garb kuşu mudur..? Gurâb, gurbet kuşu mudur..? Gurâb, garâbet kuşu mudur..? Gurâb, garîbin kuşu mudur..?
Gurâb, garîb âdemoğluna dünyâ gurbetinde yol gösteren ilk kuştur… Hazret-i Âdem atanın oğlu Kâbil, nefsine uyup kardeşi Hâbil’i öldürdükten sonra cesedini toprağa gömmeyi bir gurâb vâsıtasıyla akledebilmiştir..:
“Fe be‘asellâhu ğurâben yebhasu fi’l-arzi li-yuriyehû keyfe yuvârî sev’ete ahîhi kâle yâ veyletâ e ‘aceztu en ekûne misle hâze’l-ğurâbi fe uvâriye sev’ete ahî fe asbaha mine’n-nâdimîn… (Nihâyet, Allâh ona -Kâbil’e- kardeşinin -Hâbil’in- cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi; -Kâbil de- “yazıklar olsun bana, şu karga kadar olmaktan âciz miyim ki kardeşimin cesedini gömemedim”dedi ve pişmanlık duyanlardan oldu…)” (Mâ’ide / 31)
Anlaşılmaktadır ki, gurâb, garâ’ibden bir olay karşısında garîb bir hayret hâline düşen insâna lisân-ı hâl ile öğüt vermektedir…
Mevlânâ, Mesnevî’nin ikinci defterinde hakîm Calinos’tan naklettiği bir hikmetteki meselde “Zâg -gurâb, karga- ile Leglek -leylek-”in birlikte bulunmasından şöyle bahsetmektedir..:
Bir hakîm, bir gurâb ile bir leyleğin, kırda -hemcinslerinden ayrı olarak- bir arada bulunduklarını görünce, bu garâbetin hikmetini öğrenmek istemiş, onlara yaklaştığında ikisinin de topal olduğunu görmüş…
Garîbleri anavatanlarından ve hemcinslerinden ayırıp gurbet yoluna düşüren şey, müşterek arayışlarıdır… Garîbleri gurbette farklı cins ve milletlerden insanlarla bir araya getiren şey, müşterek ayrılık acılarıdır… Garîbleri gurbette birleştiren şey, gurbetin garâbetine karşı geliştirdikleri müşterek duygulardır…
Öte yandan, gurâb -karga-, töreli tasavvufî metinlerde -tıpkı bir Garplı gibi- uzun ve sonsuz yaşama hırsı ile bitip tükenmek bilmeyen arzu ve istekleri temsîl eden bir kuş olarak tasvîr edilmektedir… Bu yönüyle gurâbı, -bir garb kuşu olarak- Garp medeniyetinin bir sembolü saymak yerinde olacaktır…
Kezâ, gurâb, töreli metinler dünyâsında tabîatın gurûbu -yânî batışı- sayılan güz mevsiminin ardındaki “kış” mevsimiyle birlikte de tasvîr edilmektedir ki bu bağlamda onu bir gurûb kuşu saymak mümkündür…
- asrın töreli şâiri Nev‘î, iştikâk san‘atına da güzel bir misâl teşkîl eden
Kahr-ı dehr ile olur tûtî gurâba hem-nişîn
Yine şekvâyı gurâb eyler garâbet bundadır
-ya da bir başka rivâyetiyle-
Bağteten olmış iken tûtî gurâba hem-nişîn
Yine şekvâyı gurâb eyler garâbet bundadır
mısrâlarında, “Kaderin türlü tecellîleri izleğinde tûtî -papağan- ile gurâb -karga, kuzgun- aynı kafeste bulunsa ya da aynı yerde otursa, garâbeti gelin görün ki, şikâyeti tûtî yerine gurâb etmektedir…” demektedir…
Öyle ya, garâbetten sayılmaz mı tûtînin ya da bülbülün karga ile aynı kafeste ötmesi… Ya da tersi bir yorumla, hür karganın bülbülle aynı kafeste hapsedilmesi, karga için bir gurbet değil midir…
Hemcinsleri yanında yaşamayanlar kendilerini gurbette garîb sayarlar… Tûtî ya da bülbül altın kafeste bile gurbette değil midir; şakıyıp söyledikleri “âh vatan”dan başka nedir… Hemcinslerinden ayrı gurâbın, tûtî ya da bülbülle aynı kafeste bulunması garâbet değil midir…
Kâmiller kâmillerle ve ârifler de âriflerle oturup sohbet edebilir; gâfiller gâfillerle ve de câhiller câhillerle… Aksi rûhların birbiriyle imtizâcı ise, zâten mümkün değildir; zîrâ garâbetten ve gurbetten başka bir hâsılâtı olmaz…
Töreli Türk şiirinin garîb dervîşi Yûnus Emre, bu gurbet âlemindeki gurbet rûhunu şu mısrâlarda kâmilen ne güzel ifâde etmektedir..:
Söyler dilüm ağlar gözüm garîblere göynür özüm
Meger ki gökde ılduzum şöyle garîb bencileyin
Bir garîb ölmiş diyeler üç günden sonra tuyalar
Sovuk su ile yuyalar şöyle garîb bencileyin
Hâsıl-ı merâm hulâsa-yı kelâm…
Kişiye gurbette olduğunu hâtırlatan her şey garâ’ibdir… Garâ’ible dolu bu gurbet dünyâsında asıl garâbet ise, kişinin, gurbet ülkesini asıl vatan zannederek kendisini garîb olarak görmemesidir… Kezâ, bu dünyâ ile berâber garb ve mağrib ise, bir şarklı ve maşrıklı için aslâ gurbetten fazlası sayılamaz…
Töresözdür, garîb kuşun yuvasını Allâh yapar; Allâh, dünyâ gurbetinde garîb hissedenlere cennet köşkleri inşâ ve ihsân eylesin…
Selâm’ın selâmeti ve Latîf’in letâfeti tüm garîblerin yoldaşı olsun…
Âmîn…
Abdülkadir DAĞLAR
Değerli hocamın yazılarından istifade ediyoruz:
Bu zâviyeden bakıldığında, âhiret şark ve dünyâ da garb olacaktır; çünkü dünyâ, batıcı yânî gurûb edicidir.
Saygılarımla…
Estağfirullâh, kıymetli hocam, eyvallâh… Eksik olmayınız… Selâmet ve letâfetle kalasınız…