Doç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Yoldan Öte Yoldan Ziyâde

Yoldan Öte Yoldan Ziyâde

Dün sabah

dikkatimi yola çeken

töreli yazar Gülhan Yılmaz 

hanımefendi kardeşime ithâfen…

*

“Bir yoldayız”, diyorlardı eskiler, “âlem-i ervahtan âlem-i berzaha”… Hikâyesi uzundu yolun; uzun hikâyeler de hep yola dâirdi… Yolun hikâyesi, nice hikâyelerle doluydu… Hikâyesini dinlemek isteyen, yolun peşine düşerdi; herkes kendi hikâyesini yoldan dinlerdi… Yol, ağırdı; sırtında nice hikâyeleri taşırdı…

Yol; hem ümitti hem tesellî, hem çileydi hem ferah, hem hareketti hem bereket ve hem tehlikeydi hem de emniyyet… Yol; hem yokuştu hem iniş, hem gelişti hem dönüş, hem çıkıştı hem düşüş, hem kalkıştı hem varış ve hem kaçıştı hem de eriş… Yol; hem kesretti hem vahdet, hem gurbetti hem vuslat…

Yol; hem şerîattı hem tarîkat, hem mektepti hem meslek, hem mezhepti hem menfâ, hem meşrepti hem mecrâ ve hem meferdi hem de melce’… Ve yol; hem zarûretti hem saltanat, hem hayaldi hem hakîkat, hem inkisardı hem intizar, hem cemâldi hem kemâl, hem celâldi hem heybet, hem hasretti hem harâret, hem hazretti hem hayret ve hem aşktı hem de meşk…

Yol tâlîm ederdi, târîf ederdi, terbiye ederdi, telkîn ederdi…

Ve yol, hem yorgunluktu hem dinginlik… Yol eri, yolda yorar, yolla yorulur, yoluyla yorumlanırdı… Yol eri, yolu dinler, yolda dinlenir, yolla dinginleşirdi… Yol eri, yolun yoldaşıydı; yolla berâber yürür, yol durunca dururdu…

Yol, yolcunun duâsıydı; duâ ile çıkılırdı yola… Yoldu, yolcunun dâvâsı ve dâveti yolcunun… Ve “yolcu, yolunda gerek”ti…

Yolcu, yolda olurdu; yolda olan yolcu, yolda da ölürdü… Yoldu, yolcuyu olduran ve dolduran ve de öldüren… Yol, sadâkat, sabır ve sebât isterdi… Müsbet, mâruf ve müstakim yolun yolcusu, yolunda sâdık ve sâbitkadem olmalıydı… Dahası var; yolcu çileye dayanarak ve çileye yaslanarak yürür, çileden kuvvet alırdı; hattâ, çileydi yolcunun gıdâsı…

**

Yoldu hepsi, cetvel gibi dosdoğru olmalıydı; silk, sülûk, meslek, mezhep, şer‘, şerî‘at, tarîk, tarîkat, sirât, sebîl, mecrâ, hatt, çizgi, râh, reh, istikâmet; din, töre, örf, âdet, an‘ane, gelenek, görenek… Hepsi de yoldu; dağ, vâdî, ova, çöl, beyâban, yaban, yazı, akabe, derbent, kantara, bel, geçit, boğaz, köprü, rehgüzâr… Sonra, sefer, seyr, temâşâ, seyâhat, gezi, yürüyüş, emekleme, uçma, koşma, yüzme, kaçma, kovma, kovalama, yakalama da yola dâirdi…

İlim, irfan, tebliğ, dâvet, irşad, ticâret, kervan, cihad, akın, savaş, barış, çağrı, ulak da yola ihtiyaç duyarlardı, yolla var olurlardı… Menzil, durak, han, konak, kervansaray, misâfirhâne, tekke, dergâh, âsitâne de yoldandı, yolun bekçileriydi…

Töresözdür, “Evvel refîk ba‘de’t-tarîk.” demişler; yânî, “Önce yoldaş sonra yol.”… Sâlik, yolcu, mihman, misâfir, mihmandar, hancı, hâdî, rehber, kılavuz, mürşid, mürid, refik, sadik, yoldaş yol erleriydi… At, deve, eşek, öküz, kağnı, araba, tekerlek, tahtırevan, gemi, kayık, sal, yelkenli yol vâsıtaları; ay, yıldız, güneş, dağ, tepe, nehir, ırmak, ağaç, kaya, taş yol ve yön işâretleri; pusula, usturlap, kandil, iskandil, ok, kılıç, mızrak, kargı, top, tüfeng, nefîr, teber, keşkül ise yol âletleriydi…

Bir de yol tehlikeleri vardı; şakî, eşkıyâ, rehzen, uğru, hırsız, uğursuz, cin, şeytan, câdı, ayyar, fettan, müfsid, mürted, mekkâr, vahşî, yabânî, gulyabânî gibi yol kesenler, yoldan çıkartanlar… Fesat, ifsat ve dalâlet ehliydi onlar, yol ehlini azdırırlardı, saptırırlardı… Onların şerrinden el-Hâdî ve es-Selâm olana sığınılmalıydı…

Yola gâh yalnız çıkılırdı gâh topluca; yola gâh kılavuzla düşülürdü gâh kılavuzsuz… Ve gâh menzile varılırdı gâh da yolda kalınırdı… Yol da nasip kısmet işiydi, kılavuz da, menzile varmak da…

***

Yolmak, “yol açmak, yol yol yapmak” demekti… Yol açmak için yapılan toplama, tıraşlama, kesme, biçme, koparma, belleme eylemlerinin tamâmı, yolmak fiili dâiresinin kapsamına girmekteydi…

****

Başlık, hemen Barış Manço’yu hâtırlatmış olmalıdır, onun “Benden Öte Benden Ziyâde” şarkısını… Zîrâ o da yol erlerindendi… O da yolun idrâkinde olanlardandı… O da bilirdi ki yoldan öte yol vardı ve yol yoldan ziyâde idi…

Kılavuza, yola, yolcuya ve menzile dâir yıllar içerisinde çeşitli mecrâlarda zuhûrat ve füyûzat kabîlinden paylaşmış olduğumuz Cibâlî sözlerinden bir kısmını, bu yol denemesinin bu son kısmında da paylaşmak yerinde olacaktır:

Kılavuz

Kılavuz var çöl aşırtır

kılavuz var yol şaşırtır.

Kılavuzun sahîh ise

hakîkat sana ulaşır.

Yalnız 

bir tek şeye ihtiyâcın var

oğul

seni

esahh kılavuza götürecek olan

sahih bir kılavuza.

Kılavuzu karga olanlarla

bülbülü kılavuz edinenler

arasındaki farkı

kim takdir edemez ki.

Eşşeğin kılavuzluğu

otlağa kadardır

eşşeğin arkadaşlığı da.

Tuttuğun şeyin

ışık olup olmadığını

yolun sonunda anlarsın.

Aklımı öldürüp

duvara toslatmayacaksan

beni

gönlümü oldurup

duvarın ötesine geçireceksen

kılavuz ol bana.

Yol

Yarmadığın yolda yarış

varmadığın ilde barış

olmaz.

Yola çık ki

karşına çıksın yollar.

Yola çıktıysan

kurbetten öncesini

vuslattan sonrasını düşünme

gurbetten ganîmet devşirmeye çalış.

Yol doğruysa

düşmek de bir çıkmak da

yolunu bulduysan

çıksan da varırsın düşsen de.

Yol yolunca yorulur

yol bitince durulur.

Hayretten hazrete

yol var

dönülmez.

İnsan:

hazret yolunda

hasret ile hayret arasında.

Vaktiyle

‘göç yolda düzülür’

demiş atalar

lâkin

göç geleneğini kaybetmiş

bir milletin göçü

yolda düzülmez.

Töre

sirât-ı müstakîmdir

töre

hatt-ı fe’stakimdir

töre

sebîlü’r-reşâddır

töre

dosdoğru yoldur

geldiğin yurda götüren

töre

en emin kılavuzdur

durduğun yeri gösteren

töre

öpözge neş’edir

olduğun yolda öldüren.

Yolcu

Yola yola yol açan

yolda kâim

yolla dâim

yolcudur

insan

yola ayaklanan

yolu ayaklayan

yolda ayıklanan

insan

yolcudur

yolun ayıklarını tutan

ayaklarıyla yol tutan

tuttuğu yolun tuttuğu

yolcu

insandır.

Yanlış yolda doğru insân olmak değildir

doğru yolda yanlış insân olmak da değildir

aslolan

dosdoğru yolda dosdoğru insân olmaktır.

Yolcuyuz

bir büyük yolculuk ki

hazırlığı bir ömür.

Çile
yolcunun tekkesidir
.

Yola gitmeden yola gelinmez

yola gel ki yola gidesin.

Doğru yolu arama

oğul

sen doğru ol

yol seni bulur.

Dedim:

yola düş aradığın seni bulur

dedi:

herkes kendi yolculuğunun kahramânıdır.

Yolu beğenmeyen bedbaht

yolunu bulabilmek için

yolsuzlara yanaşır

yazıda yabanda yol arar.

Ha çizgisiz

ha yolsuz.

Menzil

Yol odur

menzili yoktur.

demişiz bir zaman…

Yola çık ki

menzile düşesin

yolu

yol eden

menzilidir.

Ulaşmak istediklerimiz kadar

uzaklaşmak istediklerimiz de

yolumuzu menziline yöneltir

ulaşmak istediğimizde

yola çıkar

uzaklaşmak istediğimizde

yola düşeriz.

Sürünsen de

yürüsen de

koşsan da

ancak menzilin kadar yol alırsın.

“‘Emelin altında ecel saklıdır’

buyurmuş edîb ahmed-i yüknekî

ve

‘insânı ölümden eceli korur’

buyurmuş muhyiddîn ibnü’l-arabî

diyelim ki biz de

insânı emelinden eceli korur

emel vardır ki

menzile varmaması gerekir

ecel o emelden sâhibini korur

diyelim biz yine

ölümün ötesinde emel saklıdır

emel vardır ki

ölmek gerekir menziline varması için

ölüm o emel sâhibini menziline erdirir

ne kutludur o ölüm ki

kötü emeli menzilinden alıkoyar

ne kutludur o ecel ki

iyi emeli menziline vardırır.

Yol nereyedir

kızıl elmaya

yol nereyedir

gönül almaya.

Yolu ramazân olanın

menzili bayram olur

yolu cihâd olanın

menzili şehâdet olur.

*****

Hâsıl-ı kelâm…

Bir uzun yol şâiri Yahyâ Kemâl Beyatlı, Mehlikâ Sultân yolunun cilvelerini şu mısrâlarla gösteriyor:

Bu emel gurbetinin yokdur ucu

Dâimâ yollar uzar kalb üzülür

Ömrü oldukca yürür her yolcu

Varmadan menzile bir yerde ölür…

Hakk’a ve hakîkata götüren yolumuz açık olsun…

Hâdî’nin hidâyeti ve Selâm’ın selâmeti cümlemizin üzerine olsun…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu