Kim bilir yakınları nerede duydu cihat çağrısını…
Dinî hassasiyetiyle mâruf, Üsküp’e çok yakın olması ve konumu sebebiyle bu şehrin kolu kanadı sayılabilecek Karşı Yaka bölgesindeki Batinca köyünün eski câmisinde mi, 1911 yılında Sultan Reşad’ın Üsküp ziyareti sırasında Batincalı Yusuf’un onu karışık duygularla dinlediği “Bursa’nın Şar Dağı’nda devamı” olan bilge şehir Üsküp’ün yüzden fazla güzîde camisinin herhangi birisinde mi?
Kim bilir yakınları nerede duydu cihat çağrısını…
Batincalı Yusuf ise askerdi zaten… Kapılarını İstanbul’dan önce İslâm iklimine açma şerefini kıyamete kadar göğsünde taşıyacak olan Üsküp’te yetişmiştir ama Üsküp gibi yüzlerce şehre her alanda misal teşkil eden ilmî ve mimarî muhteviyâta sahip olan İstanbul şehrinde, Selimiye Kışlası’nda askerdir o “hayasızca akın” başladığında…
“Bulabildinse ey yolcu yerini,
Hepsinin alnında altından bir ay.
Seyret İstanbul’un câmilerini,
Minâre minâre, kubbe kubbe say…” (Ârif N. Asya)
Kim bilir ağzı duâlı yüzü nurlu anası, nerede duydu payitahttan yükselen cihad çağrısını… Kutlu fakat buruk bir Cuma namazı çıkışında getirdi kocası harp ve cihat daveti haberini belki de!… “Çanakkale’ye yedi düvel saldırmış. Halifemiz efendimiz, âlem-i İslâm’ı, hilâfet makamı İstanbul’un yardımına cihada çağırdı! Hoca hutbede duyurdu… Bizim Yusuf İstanbul’dan Çanakkale’ye geçer. Allah hepsinin yardımcısı olsun!” dedi belki de okunmuş beyaz sakalından gözyaşları süzülürken… Bu gözyaşlarının her birinde ayrı bir felaketin; Doksanüç Harbi’nin, sonu gelmez muhaceret ve isyan hatıralarının, mel’un Balkan muharebelerinin ve arkasından gelen büyük yıkımların izi vardı belki de…
Ve daha geride kalan kardeşinden komşusuna, dostundan yavuklusuna, kim bilir kimlerin Batincalı Yusuf için ne özlemleri ne hatıraları kaldı…
Batincalı Yusuf, anadan babadan, eşten dosttan habersiz, Çanakkale mahşerinden Yemen çölüne kadar nice şanlı gazâdan yıllar sonra Karşıyaka, Batinca köyüne döndü. “Batincalı Yusuf” olarak gittiği savaştan “Gazi Yusuf” pâyesiyle dönmüştü. Geçen günlerin, yaşanan acıların, verilen şanlı mücadelenin ötesinde mutlu günler yaşanmalıydı artık.
Ama öyle mi oldu?
Bırakıp gidilen vatan eski vatan mıydı?
Osmanlı şemsiyesi parçalanmış, güneş yakıcı ışıklarını acımasızca vurmaktaydı Balkanların her bir yerine…
Yıllar sonra, her taşına gençliğinin kokusunun sindiği Selîmiye Kışlası’na gitti.
Genç askerleri kucakladı kendi gençliğini kucaklar gibi…
Genç komutanlar ona hürmetle gezdirdiler Kışla’yı. Belki de o gezdirdi “mehâbetli” hâtıralarıyla genç komutanları…
“Türkiye’de ölmek istiyorum!” demişti eşe dosta… “Türkiye’de ölmek istiyorum!…”
Ve arzusuna ulaştı… 1970’te Bursa’da vefat etti… “Osmanlı’nın dîbâcesi”, Mehmet Âkif’in “Bülbül feryâdının membaı” olan Bursa’da…
Allah (c.c.) gâzîsini, uğrunda canını ortaya koyduğu topraklarda yanına aldı…
Rabb’im GÂZÎ HACI YUSUF’a rahmet denizlerinde yüzmeyi nasip etsin… Geride kalanlarımıza da bu rûhu ve îmanı anlayabilecek gönül ve akıl nasip etsin…
Ertuğrul KARAKUŞ
Hacı Yusuf’a Allah rahmet eylesin. Elinize sağlık…
Ertuğrul Bey bu hazin hikayeyi ne güzel bir dua ile bitirmiş.
Allah razı olsun.