Doç. Dr. Serdar UğurluTöreli Yazılar

Çöp Tanesi

İslam devletleri içinde hâkimiyet süresi bakımından en uzun ömürlü olanı 622 yıl hüküm sürmüş olan Os­manlı Devleti’dir. Bu kutlu devletin 1300 yılında başlayan yürüyüşü 1922 yılında son bulmuştur. Onu hemen arkasından 330 yıl ömür sürmüş olan Hind Babür İmparatorluğu takip eder. 1858 yılında sömürgeci İngilizler tarafından bu devlete son verilmiştir. Üçüncü sırayı ise 277 yıl ile Kurtuba Emevî Devleti alır. Kurtuba Emevî Devleti bizim için hüzünlü bir sonun da hatırlatıcısıdır. Endülüs Emevî Devleti olarak da bilinen bu İslam Devleti maalesef 1031’de yok edilmiştir. Tabi bu arada Osmanlı Devleti’nin hemen doğusundaki en büyük ra­kibi olan İran Safevî Devleti’ni de hatırlamak gerekir ki İran Safevî Devleti, Osmanlı’dan çok daha önceleri 1738 yılında tarihe karışmıştır.

Hind Babür İmparatorluğu’nun bizim açımızdan durumu farklıdır çünkü son asırda dünyada Osmanlı Devleti ile birlikte bağımsızlığını sürdürebilen tek İslam Devleti, Hind Müslümanlarının kurduğu Hind Babür İmparatorluğu’dur. O da maalesef Osmanlı’nın çöküşünden tam 64 yıl önce tarihe karışmıştır. Osmanlılar böylece son iki yüzyıl içinde İslam’ın hür bayrağını Hindli Müslümanlar ile birlikte taşımışlar, son yarım yüz yıl içinde ise bütün baskılara ve saldırılara göğüs gererek yer yüzünde bu bayrağın rakipsiz tek hizmetkârı olmuşlardır.

Peki ya sonra…

Selçuklu ile birlikte Osmanlıların inşa edip dünyaya hâkim kıldıkları bin yıllık İslam egemenliği, Osmanlı Devleti’nin sükûta uğramasıyla son bulmuştur. Yeryüzünde artık İslam’ın bir devleti kalmamıştır.

Batılı müsteşriklerin nazarından bakılacak olursa İslam’ın Batı’ya olan yürüyüşü ve Batı insanının yaşadığı bin yıllık korku da böylelikle son bulmuştur.

Batılıların tabiriyle “Cihatçı Türkler” yirmi birinci asrın ilk çeyreğinde durdurulmuştur.

Durdurulmuştur.

Yani yok edilememiştir.

Bu durumun kalıcı olması sağlanabilir miydi? Yani Cihatçı Türkler yok edilip Anadolu’dan tamamen sökülüp atılmalı mıydı?

1922’den bu yana bu soru Batı’nın kafasını kurcalayan bir mesele oldu çıktı. Bir yerde yeni korkusu oldu.

Çünkü Türkler Ergenekon misali, tarih sahnesinde bittiler denildikleri her dönemde küllerinden doğmasını ve yeniden hükümran olmayı bilmiş bir millettir.

Oryantalist Batı bunu biliyor ve boşuna korkmuyor.

Ezcümle Türkler var olduğu müddetçe Batı için tam bir güvenlikten bahsetmek mümkün görünmemekte.

1922 sonrası genetik yapısıyla oynanmış bir Türk tipi söz konusu olduğu için yakın zamana kadar Batı çok endişeli değildi. Cihatçı Türkler onların nazarında uysallaştırılmış Türkler idiler. Daha Batılı daha materyalist ve daha az Türk daha az Müslüman. Kafası karışık Türkler.

Öyle diyordu meşhur oryantalist Louis Massignon: “Onların her şeyini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler, anarşi veya intihar için olgun bir hale geldiler.

Seccadeye halı parçası deyip geçen, baş örtüsüne bez parçası deyip geçebilen bir Türk tipine 200 sene önce rastlamak mümkün mü idi? Ama bugün için mümkün oldu. Modern dünyanın seküler dinamiği içerisinde genetik kodları ile oynanmış bir Türk tipi yaratıldı. Seccadeye halı parçası deyip geçebilen …

Ancak coğrafya kaderdir sözüne ilaveten bir millete olan mensubiyetin de bir kader olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya başlanıyor. Ne de olsa atalar boşuna dememiş “Asıl azmaz bal kokmaz” Her şey aslına rücu eder.

Modern devrimler geçirmiş olan Türklerin ehlîleştirildiği düşünülüyordu ama Türkler, genetik kodlarına dönmeye başladılar.

Türkler, İslam medeniyeti çerçevesinde geliştirip cihana hâkim kıldıkları ne varsa yeniden merak etmeye ve onu yeniden öğrenmeye başladılar. Bu bir insiyak …

İnsiyak…

Manen sevk olunma hali. Sıradan bir içgüdü ile karıştırılmamalı. İnsiyakta ilahî ve manevi bir sevk-i ilahî söz konusudur.

Allah bir şeyin olmasını murâd etmiş ise onun olması için sebepler halk eder. Murâd-ı ilahî ne ise esbâb da ona göre teşekkül eder.

Battal Gazi Destanı’nda Abdülvahhap Gazi, Ayasofya ve diyâr-ı Rûm’dan bahsedince Hz. Peygamber’in gönlü diyâr-ı Rûm’a meyleder. Bunun üzerine yüce Allah bu coğrafyayı Hz. Peygamber’in ümmetine bağışlar. Bu manevi sevk bin yıllık fütuhâtın hangi insiyaktan kaynaklandığına delildir.

Ayrıca Hz. Peygamber’in bir tebşîrâtıdır şu sözü: “İki Roma feth olunmadan kıyamet kopmaz.” Bu müjdeden anladığımız Batı’ya teveccühümüzün bitmeyeceğidir. İstanbul feth olundu demek ki istikbalde ikincisi de var.

O güne biz hazırlanmasak da Allah bizi hazırlıyor.

Kader buna göre yazıldıysa bu olacaktır.

Murâd-ı ilahî bu ise bundan kaçış yoktur.

Bu bizim dilememizle olacak bir şey de değildir.

Bize düşen…

Batı’ya akacak sel üzerinde bir çöp tanesi olabilmektir.

Ne mutlu o çöp tanesine ki

Sakın çöp tanesi deyip geçme…

Serdar UĞURLU

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu