Doç. Dr. Erhan Çapraz

Gelimli gidimli dünya (I)…

Gelimli gidimli dünya, son ucu ölümlü dünya”
Dedem Korkud

Hiç şüphesiz, “ol”mak (Kün!) emr-i ilâhîsiyle vücût bulan tüm mevcûdât, “gel”mek ile “git”mek arasında sıkışıp kalmıştır. Yâni, kıyametecek sürecek “var”lık (ba-r) serüveni, “ol”maktan “gel”meye, oradan da “gitme”ye uzanan pamuk ipliğiyle bağlandığımız uzun ince bir yoldur aslında… Bu arada, “olmak”, “gelmek” ve “gitmek” fiillerinin dilimizde yaygın kullanılan yardımcı fiiller “ol”duğunu da daha en baştan söyleyelim! Neye yardımcı derseniz? “Ol”manın “geliş”ine (doğum) ve “gidiş”ine (ölüm)… Lâkin burada yaşanacak “ol”an Mircea Eliade’nin tâbiriyle “ebedî dönüş mitosu”dur. Bu hakikat ise Töreli Türk Dili ve Edebiyâtı’nda “gelimli gidimli”, “gelişli gidişli”, “gelinen gidilen” şekillerinde her daim çeşitlenebilir bir yapı niteliği kazanmıştır:

“Yalan dünya kime kaldı? Gelimli gidimli dünya vay! Sonucu ölümlü dünya” (Kemal Tâhir).

Şu manide ise halkın müşterek nazarında bir pencereye dönüşen dünyada aslında gelişin de gidişin de O’na (C.C.) “ol”duğu “kudret” delili üzerinden açıklanmaya çalışılmaktadır:

Su gelir akar gider

Kayalar yıkar gider

Dünya bir penceredir

Her gelen bakar gider…

Âdemoğlunun kudrete bağlı “ol”arak O’na (C.C.) doğru gidişinde ise bizim “tür” veya “şekil” adı verdiğimiz beşerî ve sosyal sûretler (kalıp) vücût bulmuştur. Misâlen insanın dünya üzerine ilk sözü “ninni”; son sözü ise “ağıt” olmuştur. Sevgiyi “koşma”yla ve “türkü”yle çığırmış; dünyanın ve kendinin dünyaya geliş-gidiş serencâmını “masal”lar, “mesel”ler, “destan”lar, “efsane”ler üzerinden anlatmıştır. Dünyanın gelişi ve gidişine göre de hikmet hazinesi “töresöz”ler vücût bulmuştur. Hakîkî töreli şâirler ise “söztöre”lerini “Levh-i Mahfuz”dan “gelen”e bir “giden” vâsıta (vâsia) kılmışlardır! Fakat her hâlükârda dönüşümüzün “olma”ya bağlı bir şekilde “gelme”den “gitme”ye, yâni O’na (C.C.) doğru “ol”duğu, “ol”acağı ve “ol”ması mukadderdir! “O” yüzden gelin bu yazımızda da “gelmek” filinin evreni içerisinde beraberce bir gezintiye çıkalım…

“Gelme” fiilinin daha en baştan, hem “gelmek işi” anlamında bir isim hem de “gelmiş”, “yetişmiş, yetişme” anlamlarında bir sıfat niteliği kazanmış “ol”ması gelişten gidişe O’na (C.C.) doğru/göre durumumuzu da yeterince ortaya koyar aslında…

“Gelmek” ise, geçişsiz bir fiil “ol”arak (Eski Türk. kel-mek) (-e) en temel anlamında “(Bir şey veya kimse) Konuşana göre uzak bir yerden daha yakın bir yere doğru yol almak, bir mesâfe katedip uzak bir yerden daha yakın bir yere varmak” anlamına gelir ki varılmak istenen yegâne merciimiz aslında O’dur (C.C.). Bu şuura bağlı “ol”arak da fiil, “Bulunduğu yerden ayrılıp geri dönmek, avdet etmek”, “(Bir maksatla) Bir yere uğramak, ziyâret etmek”, “Varmak, ulaşmak, erişmek, vâsıl olmak”, “Doğmak, yaşamak, dünyâya gelmek” (Bu senin oğlun gibi hiçbir oğul / Yaradılalı cihan gelmiş değil / Süleyman Çelebi; Birleşip böyle diyorlardı derin bir sesle / Yeri fethetmek için gelmiş o fâtih nesle / Yahyâ Kemal), “Rast gelmek, rastlamak, isâbet etmek”, “Uymak, uygun olmak”, “(Yapılacak şeye) Elverişli olmak”, gelmek” (Eyere de gelir semere de / Atasözü); “Mal olmak”; “Katılmak, girmek, iştirak veya intisap etmek” (İslâm’a gelmek; Tevhîde gelmek); “Ele almak, üzerinde durmak”, “Katlanmak, dayanmak, çekmek, tahammül etmek” [Bu anlamda fiilin daha çok olumsuz şekli kullanılır]; “(Bir yer veya makāmın) Sorumluluğunu üstüne almak” (İktidâra gelmek; Sadârete gelmek); “(Bir hal bir kimseye) Hâkim olmak; (iyi durumlar için) kaplamak, olumlu etkisini göstermek, (kötü durumlar için) ârız olmak anlamını taşır”;  (Bir kimse veya yer üzerinde) Belli bir durum veya sıfatın etkisi görünür, hissedilir olmak”; “(Bir şey) Belli bir zamâna rastlamak”; “… Hâline erişmek, varmak, vâsıl olmak”; “Uğramak, dûçar olmak, musap olmak”; “(İsimlerin yönelme hâliyle) Etmek yardımcı fiili yerine kullanılır” (İkrâra, tövbeye gelmek); “Getirilmek, gönderilmek”; “(Geçmişten bugüne) Varlığını devam ettirmek, intikal etmek (Leylâ vü Mecnun vakfıdır geldi müselsel muttasıl / Meşrûtadır zencîr-i aşk dîvâneden dîvâneye / Abdülhak Molla); “Tâkip etmek, izlemek” (Deniz bu yerde ölüm korkusu kadar derin / Kocaman bir kuş gibi geliyor peşimizden / Rûhu bu kapkaranlık suda can verenlerin / Necip F. Kısakürek; Seni korkutacak geçtiğin yollar / Arkandan gelecek hep ayak sesim Necip F. Kısakürek); “Doğmak, neşet etmek, hâsıl olmak”; “Çıkmak, sâdır olmak, sudur etmek”; “Gelir olarak ele geçmek, sağlanmak”; “Girmek”; “Türemek, çıkmış olmak”; “… görünmek, … gibi davranmak, … tavrı takınmak” anlamında deyimler yapar; “(Zaman bildiren kelimeler veya zamâna bağlı şeylerle) Çatmak, girmek, erişmek, başlamak” (Yaz gelir de heveslenir bitersin / Güz gelince başın alır gidersin / Karacaoğlan; Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan / Yahyâ Kemal); “Yer almak, bulunmak”; “(Koku, ses ve sesle ilgili şeyler için) Duyulmak” (Uzaktan su ve ezan sesleri geliyor, hava akşam dumanlarının âilevî kokularıyle doluyordu / Ahmet Hâşim); “(Sıvılar için) Çıkıp akmak”; “… İhtiyâcını duymak, … isteği hissetmek”; “(Şöyle veya böyle) Etki bırakmak, … etkisi bırakmak” (Bu hayal o kadar tatlı geldi ki / Büsbütün rûhumu sardı gitgide / Orhan S. Orhon); “… Çekmek, … ağırlığında olmak” (Gelmesin eksik terâzûda metâı kimsenin / Nâilî); “… Olduğu görülmek, … olduğu meydana çıkmak” (Üstün, gālip gelmek, Râzı gelmek, Kâfi gelmek); “(-le) Refâkat etmek” şeklinde “ol”dukça çeşitlenebilir hakîkî bir yapıya mazhar kılınmıştır…

Yardımcı fiil olarak oluş ve kılışın eski bir zamanda başlamış olup sürmekte olduğunu anlatan “-e gelmemek” şeklinde ve “… ile ölçülmesi veya anlatılması mümkün olmamak, ölçülemeyecek veya anlatılamayacak kadar çok veya güç olmak” (Dile, târife, kaleme gelmez; Garîbin çektiği gelmez beyâna / Recâîzâde M. Ekrem), “Doğru olmamak, sonu iyi olmamak” (Bakışlarını ayırmaya gelmez / Sürâhi boşalır sonra suyundan / Câhit S. Tarancı) anlamlarında süreklilik fiilleri yapması ise, sözkonusu şuurun sonsuzluğuna yapılan lisanî vurgulardır sâdece!

Yine cümle başlarında “istek” bildiren, “Gel – Gelin” (Aşkın ne azâb olduğunu sen de bilirsin / Gel hâtır-ı vîrânemi zîr ü zeber etme / Mehmet Âkif’ten); “Gel de … – Gelin de …” ve “Gel keyfim gel” (Büyük zevk ve keyif veren durumlarda memnûniyet veya alay sözü olarak kullanılır) şeklindeki kullanımları da doğrudan şuura dönük arzlardır…

O’nun (C.C.) dışında kalan tüm mevcûdât “fânî” “ol”duğu için de fiil lisanımızda birlikte kullanılan “gelmek” ile “gitmek” arasında sıkışıp kalır çoğu zaman: “Gel zaman, git zaman”: Aradan zaman geçince, epey zaman geçtikten sonra; “Geldi gitti tahtası”: Eskiden mahalle mekteplerinde bir öğrenci dışarı çıkınca “gitti”, sınıfa dönünce “geldi” yazılı tarafı çevrilen, bu şekilde bakılınca dışarıda öğrenci olup olmadığını gösteren tahta; “Gelen ağam, giden paşam”: Başta kim olursa olsun, yönetim kimin eline geçerse geçsin benim için farketmez, hepsiyle iyi geçinirim; “Gelen geçen”: Gelip geçenler, sokakta, etrafta kim varsa, herkes; “Gelen giden”: Gelip gidenler, geçenler, uğrayanlar; Ziyâretçiler, misâfirler; “Gelen gideni aratır”: Bâzı kusurları var, fakat gelen sanki daha mi iyi olacak, daha kusurlu, daha da geçimsiz olabilir; “-e gelince”: Yeni bir konuya girilir veya yeni bir kişiden bahsedilirken cümle başına getirilen “… söz konusu olunca, sıra -e gelince” anlamında geçiş sözü; “Gelip geçici”; Devamlı olmayan, muvakkat; “Gelip gitmek”: Bir yere her zaman gitmek; Âilece görüşmek, birbirine misâfirliğe gidip ahbaplık etmek, gidip gelmek; “Gelmiş geçmiş”: Şimdiye kadar var olagelmiş (ne varsa); “Gelsin … gitsin …”: Hoşuna giden şeyleri, uzun boylu düşünmeden birinden öbürüne atlayarak yapma veya yiyip içme durumunu anlatır.

Fiilin tüm bu çeşitlenebilir tecellileri yanında hikmete dönük töresözlere de hayat verdiği de görülmektedir: Ağır gel / Ağzına geleni söylemek / Ak sakaldan yok sakala gelmek / Akla hayâle gelmemek / Aklına gelmek / Aklı sonradan gelmek / Aklı başına gelmek / Aklına gelen başına gelmek / Aklına geleni (eseni) yapmak / Altı üstüne gelmek / Amâna gelmek / Anasından emdiği süt burnundan gelmek / … Anlamına gelmek / Arkası (çorap söküğü gibi) gelmek / Arkası (sırtı) yere gelmemek / Arpası çok gelmek / Ateş almaya gelmiş gibi / Ayağı ile gelmek /Ayağına (kadar) gelmek / Baş aşağı gelmek / Başa gelmek / Başa baş gelmek / Başı taşa gelmek / Başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi / Başına gelmek / Başına bir hal (bir iş) gelmek / Başta gelmek / (Ölüm, Kazâ, Felâket) Ben geliyorum demez / Bıçak bıçağa gelmek / Birebir gelmek / Boğaz boğaza (Gırtlak gırtlağa) gelmek / Boğuntuya gelmek / Böyle gelmiş böyle gider / Bugün git, yarın gel / Burama geldi / Burnundan (fitil fitil) gelmek / Burun buruna gelmek / Canı boğazına gelmek / Canı burnundan (burnuna) gelmek / Çocuk oyuncağı hâline gelmek / Dağdan gelip bağdakini kovmak / (Bir yer bir kimseye) Dar gelmek / Davulun sesi uzaktan hoş gelir / Dediğine (Sözüne) gelmek / Değirmenin suyu nereden geliyor? / Dile gelmek / Dilinin ucuna (kadar) gelmek / Dize gelmek / Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek / Dünya bir araya gelse / Dünyâya (Cihâna) gelmek / Dünyâya geldiğine pişman / Dünyâya geldiğine pişman etmek / Eğrisi doğrusuna denk gelmek / Elden gel / Elden (Elinden) geldiği kadar / Elden ne gelir / Ele gelmek / Elinden gelmek / Elinden geleni ardına (arkasına) koymamak / Eline gelmek / Elle gelen düğün bayram / Ellerim (iki elim) yanıma gelecek / Eyere de gelir semere de / Fazla gelmek / Gınâ gelmek / Gitti de (Gitti gitti, Gidip gidip) geldi / Göz göze gelmek / Göze (Nazara) gelmek / Gözünün önüne gelmek / Gürültüye gelmek / Hakkından gelmek / Hatıra (Hatırına) gelmek / Hatıra (Hatırına, Hatırına hayâline) gelmemek / Hizâya gelmek / İçinden gelmek / İçine sokacağı gelmek / İki yakası bir araya gelmemek / İleri gelen / (-den) İleri gelmek / İpe gelesi (gelesice) / İpe sapa gelmemek / İstimi (İslimi) arkadan gelsin / İşine gelmek / Karşı gelmek / Katakulliye gelmek / Kendine gelmek / Kısmeti ayağına gelmek / Kıvâma gelmek / Kolay gele (gelsin) / Kolayına gelmek / Korktuğu başına gelmek / Kulağına gelmek / Lâf anlayan beri gelsin / Lâzım gelmek / Meydana gelmek / Oyuna gelmek / Pençe pençeye gelmek / Rüzgâr gelecek delikleri tıkamak / Sadede gelmek / Saç saça, baş başa gelmek / Semen gelmek / Sen giderken ben geliyordum / Sırtı yere gelmemek / Sıkıya gelmemek / Sırası gelmişken / (Birine) Söz gelmek / Teneşire gelmek / Tıraşı gelmek / Ucu ucuna gelmek / Uhdesinden (Üstesinden) gelmek / Üstüne gelmek / (Birine bir şey) Vız gelmek / Vız gelir, tırıs gider / Vukūa gelmek / Vücûda gelmek / Yan gelmek / Yavaş gel / Yola gelmek / Yumurta kapıya gelmek / Yüreği ağzına gelmek / Yüz yüze gelmek / Yüzü yere gelmek / Yüzüne kan gelmek / Yüzüp yüzüp (Yüze yüze) kuyruğuna gelmek.

Hulâsâ tüm mevcûdât gibi insan da yaşadığımız dünyada “gelmek” ile “gitmek” fiillerinin tecellileri arasında teselli bulmaya çalışır fânî ömrünce. Elbette yegâne kudret sâhibi “ol”arak kendini, yâni O’nu (C.C.) bilerek!

Arefî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:

men aref sırrına mazhar

türlü canlı türlü ezhar

Arefî’yem budur ızhar

gel de anla âdemoğlu…

Erhan Çapraz

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Kardeşim benim, ilmine irfânına beteket olsun… Kalemine, kelâmına sağlık…🌷

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu