Doç. Dr. Erhan Çapraz

Korkma! Allâh (C.C.) bizimle berâberdir!

Tevbe sûresi 40. âyeti, “Lâ tahzen!” hitâbıyla başlıyor: “Üzülme, şüphesiz Allâh bizimle berâberdir.” Şühûd makâmında olan Allâh resûlünün (s.a.s) yakîn makamına geçişinin müjdesiydi bu… Zirâ O, Allâh’ın resûlüydü ve O’na hîçbir korku ve üzüntü yaklaşamazdı. Sevr mağarasında biraz Hz. Ebû Bekir efendimizle (r.a.) yaklaşacak oldu, fakat “Lâ tahzen!” hitâbıyla Allâh resûlü onu hemen teskîn edivermişti.

Malûm olduğu üzere, bu hikmetin idrâkında olan her Müslümân gibi büyük Türk-İslâm şârimiz rahmetli Mehmet Âkif Ersoy da o mükemmel istiklâl destânına aynı hitâb ile başlıyor: “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!”. Ve “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” diyerek de devâm ediyor. Burada da Sevr mağarasının yerine düzlükte, râh-ı hakîkatta “ocak” geçmiş görünüyor. Zirâ ocakın, töreli edebî geleneğimizde “âteş yakılan yer” dışında bir de “ev bark, âile”, “asîl ve büyük âile, hânedan” gibi anlamları ve en kıymetlisi de “aynı amaç ve düşünce etrâfında faâliyet gösterenlerin, aynı işi yapanların faâliyetlerini sürdürdükleri kuruluş” şeklinde bir mânâsı var. Şüphesiz doğrudan hakîkata dönük olan bu mânâ tıpkı Hirâ mağarasında olduğu gibi bütün gerçekleri örtüyor ve kuşatıyor.

Yine ocakın, “ocak anası” şeklinde “masallarda geçen kötü bir tip” olmanın ötesinde, “ocak bucak” aranılan, bulunduğumuz bu cihânın her tarafını, yani altı yön, dört yanını da kaplayan hakîkî bir alanı da mevcûd; “Ocak halkı: Yaya asker, yeniçeriler.” “Ocak kaşı: Ocakta üstüne tencere oturtulan yer.” “Ocağı batmak: Perîşan olmak, evi barkı mahvolmak.” “Ocağı kör kalmak: Soyunu sürdürecek evlâd bırakmamak, soyu tükenmek.” “Ocağı sönmek (kül olmak): Yuvası yıkılmak”, “(Birinin) Ocağına düşmek: (Birine) Sığınmak, yardım dilemek, yalvarmak”, “Ocağına incir dikmek (darı ekmek): (Evini barkını, düzenini, işini dağıtıp) mahvına sebep olmak, perîşan etmek”, “Ocağına su koymak: Mahvetmek, harâb etmek, ocağını söndürmek”, “Ocağını söndürmek: Evinin barkının, âilesinin yok olmasına, dağılmasına sebep olmak” gibi doğrudan bu hakîkî mânâya göre değişen çeşitlenmeleri de vücûd bulmuştur tabiî. Belki burada en fazla dikkâtimizi çeken tâbir, Yeniçeri ocağı Hacı Bektaş Veli’ye bağlı sayıldığı için Yeniçeri teşkîlâtı için kullanılan “Ocak-ı Bektâşiyân”dır. Esâsında “Ocak-zâde” tâbiri de Hazret-i Peygâmberimizin (s.a.s) soyundan geldikleri, seyyîd oldukları kabul edilen Bektâşî babalarının soyundan gelen dedeler için kullanılmıştır. Yâni bir tarîkat üzerinden ocakın hak ve hakîkatın gerçek sâhibiyle od’a dönüşmesi söz konusu… Dîger yandan, hak ve hakîkatın gerçek sâhibi de meydâna çıkmakta burada. Yâni demem o ki, ocak, kesinlikle sıradan bir ocak değil artık. Tıpkı ay takviminde olduğu gibi ilk ay ve yeni bir başlangıç… El alındığı zamân, tüm şifâ kaynaklarının yegâne merci’…

Kısacası, âyetin teminât altına aldığı için Âkif’in de destânlaştırdığı gibi korkmaya mahal yok. Hem dînimizce dâimâ korku içinde olanlarsa münâfıklardır. Ayrıca töresözümüzün de vurguladığı üzere, “Korkunun ecele faydası yoktur.” Dolayısıyla Ocak, kıyamete dek tütmeye muktedirdir Allâh’ın izniyle… Yeter ki biz sâdece, amma sâdece Hakk’a tapalım… Bu yüzden istiklâl destânımızda şu dizenin iki defa tekrar edilmesi hîç de tesâdüf değildir: “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”

Hak’la kalınız, sâdece Hakk’a tapınız efendim!

Lutfi Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:

Korkma geçme Hakk’ı tanı

Nice kefensiz yatanı

İncitme yazık atanı

Lutfi Âkif olmuş yâni…

Erhan ÇAPRAZ 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu