Eski Türkçe “ȫz”den doğan “öz” kelimesi isim olarak, “Bir kimsenin kendi mânevî varlığı, zâtı, kendisi” mânâsına gelir. Töreli şairlerimizin şu dizelerinde dahi bu hakikatın vücut bulduğunu müşahade etmekteyiz:
“Cümle lutf-ı Hak özünde var idi” (Süleyman Çelebi).
“Nem var ki lâf edem özümden
Mahv eyle beni benim gözümden” (Fuzûlî).
“Kuruyan ırmaklara kurban verdi özünü” (Fâruk N. Çamlıbel).
Bir de kelimenin, “Bir şeyin temel unsuru, aslı ve maksadı olan ana nokta, esas, zübde” (Sözün özü, Meselenin özü); “Bir şeyin en kıvamlı kısmı” (Toprağın özü, Meyve özü, Bitki özü); “Ağaç ve bitkilerde en içteki hafif, gevrek ve yumuşak madde”; “Çıbanın içinde ölmüş dokulardan meydana gelen ve irinle birlikte dışarı çıkan katı parçacık” gibi doğrudan varlığın kendi zâtına dönük hakîkî mânâları vardır.
Felsefî olarak ise kelimenin “Bir şeyi o şey yapan, onu başkalarından ayıran şey” ve “Değişen eşyâda değişmeyen, hep aynı kalan, çeşitli sıfatların kendisine yüklendiği temel şey, töz, cevher” şeklinde mânâları vardır ki bu mânâlar dil-mantık ilişkisine bağlı “öz”ü doğrudan “söz”e bağlar: “Özü sözü bir (doğru)…”. Bu yüzden söz, özden doğar. Elbette özün de sözün de hakîkî sahibi O’dur (C.C.). Dolayısıyla sadece bu şuura sahip olanlar sözü öze tahvil edebilirler.
“Vaktiyle öz vatanda bizimken bugün niçin
Üsküp bizim değil, bunu duydum için için”
Yahyâ Kemal’in yukarıdaki dizelerinde de görüldüğü üzere (Gerçek, hakîkî, has), ayrıca “Öz kardeş, Öz anne” (Kan bağıyle bağlı olan, aralarında gerçek akrabâlık bağları bulunan) ve “Öz Türkçe” (İçine yabancı bir unsur karışmamış olan, arı, saf, hâlis) şeklindeki kelimenin sıfata bağlı kullanımlarında da aslında doğrudan O’na (C.C.) bağlılığın nişânelerini görmek mümkündür. Fakat sözün öze bağlılığını tebcil eden, lisanımızda “öz bağışıklık”, “öz bakım”, “özbeöz”, “özdek”, “öz denetim”, “özdeş”, “özdeşim”, “öz devinim”, “öz deyiş”, “özek”, “özel”, “öz eleştiri”, “özel sektör”, “özel yaşam”, “özemek”, “özenmek”, “özengi”, “özenti”, “özerk”, “özet”, “özge”, “özgeçmiş”, “özgü”, “özgül”, “özgür”, “öz güven”, “öz kaynak”, “özlem”, “özleşmek”, “özleştirme”, “özletmek”, “özleyiş”, “özlü”, “özlük”, “özne”, “özümsemek”, “özünde”, “özveri”, “öz yapı”, “öz yaşamöyküsü” şeklindeki çok sayıdaki çeşitlenmede bu hakikat daha da âşikâr kılınmıştır. Hulâsa söz, aynı özden doğmaktadır!
Ne mutlu, sözü özüyle mutabık olan ve kalanlara!
Efendim, ey meded!
Ârifî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:
sözüm özümden doğar
bağçe üzümden doğar
Ârifî hakikatlar
görsen gözümden doğar…