İsmi Var Cismi Yok
Beşeri alemde öyle kişiler vardır ki, bunlar hiçbir erdem ve değere önem vermeyen karakter yapıları ile adeta kompleksli birer tipi tip örneğidirler.
Bulundukları sosyal ortam içinde kendilerini sürekli merkeze koyan ego-santrik yapıları ile bu kişilikler derhal göze çarparlar.
Çevrenin ilgisini toplamak ve beğenilmek arzuları ile kendilerini hemen belli ederler.
Hakedilmiş bir başarı öyküleri de olmadığından, yapay bir takım davranış biçimlerinin ardına gizlenerek önemli bir kişi izlenimi oluşturmak isterler.
Çevrenin algısına girebilmek için her türlü davranış biçimini kolayca gerçekleştirmekte bir sakınca görmezler.
Normatif değerler onlar için önemsiz bir kurallar bütünüdür.
Tek beklentileri vardır:
Yeter ki, onları parmakla gösterin, sürekli onlardan övgüyle söz edin; yeter ki egolarını parlatın, küf kokan kibirli kalplerini cilalayın…
Her davranışını alkışlayın…
Sürekli olarak “Ağam sensin, paşam sensin!” edasıyla onları yüceltin.
Bunlar esasında ruhsal sapma halindeki karakter bozukluğu ile sakatlanmış birer ahmak beyinli olup; tüm beklentileri ile bu şekilde bir haz duygusuna erişmekten ibaret olan insan müsveddeleridirler.
…
Rivayete göre, Arabistan’da bir çoban, ilmiyle, savaşlarıyla, şiirleriyle, hizmetleriyle ünlü olanlara gıpta eder; aşağılık kompleksiyle onlar gibi adı anılan, tanınmış biri olmak istermiş.
Gel gör ki, çobanın koyun gütmekten başka hiçbir becerisi ve yeteneği yokmuş. Belirtilen arzusuna ulaşmak ve herkes tarafından tanınmak için denemedik yol bırakmıyor, ancak yine de ünlü olamıyormuş.
Nihayet aklına “parlak” bir fikir gelmiş. Bir Hac mevsiminde, Kâbe’nin en kalabalık olduğu bir zamanda, herkesin gözü önünde Zemzem kuyusuna işemiş.
İşte bu davranışı herkesçe tanınmasına yetmiş; arzuladığı üne kavuşmuş… Artık nereye giderse gitsin, onu gören herkes parmakla işaret ediyor, “Bevval-i çeh-i zemzem / zemzem kuyusuna işeyen adam“ diye birbirlerine gösteriyormuş. Zavallı adam da, kendisine lânet de etseler, şöhretin hazzıyla dünyasını tatmin ediyormuş.
O kadar ünlü olmuş ki; bakın biz hâlâ, yüzyıllar sonrasında bile ondan söz ediyoruz. Ama önemli bir ayrıntıyla birlikte: Adını kimse hatırlamıyor; sadece yaptığı melânetle anılıyor!
…
Aslolan, belleklerde yüksek insani değerler üretebilmiş olumlu kimlikler olarak yer almak; bu yönüyle hatırlanan insanlardan olmak temel gaye olmalıdır.
Ne insanlar tanıdık, zaten yoktular.