Filiz Toklu

TANZİM/AT

TANZİM/AT

Tanzimat, bütün etnik ve dinî yapıları Osmanlılık kimliği altında toplamaya çalışmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından Balkanlar’ın da yavaş yavaş elden çıkmaya başlaması ile Osmanlılık geçerliğini yitirir.
Osmanlı, sosyo-kültürel olarak kendine daha yakın olan ve din şemsiyesi altında toplayabileceğini düşündüğü Müslümanları İslamcılıkla bir arada tutmaya çalışır.
Zaten Osmanlı, Türk ya da Arap olmaya önem vermeksizin Müslüman kimliği önceler (Aynı durum Ermeni, Sırp, Rum vs. ayırt etmeden hepsini gayrimüslim kabul etmesinde de görülür.). Çok geçmeden bunun da pratikte imkânı olmadığı anlaşılır.

Son çare, her ne kadar bir Oğuz boyu olan Osmanlı, devleti Türk etnik kimliği üzerinde kurmasa ve idame ettirmese de aslî unsur olan bu kimliğe sarılmaktır. 18. ve 19. asırda Türklerin köklerini araştıran ve erdemli yanlarını anlatan bazı Avrupalı Türkologların çalışmaları, savaşlarla bunalmış Türk halkına motivasyon kaynağı olur. Köklerini merak duygusu uyandırır.

Bu geçiş sürecinde; Osmanlıcılık,İslamcılık ve Türkçülük akımlarını paralel birer halka gören bazı edebiyatçılar bu ideolojilerini kaleme getirmişlerdir.

Tanzimat Dönemi sonrası gelişen Türkçülük akımını Meşrutiyet Dönemi’nde sistematize eden ve bu anlamda Cumhuriyet’in fikri mimarlarından biri sayılan Ziya Gökalp’ın Türkçülük çerçevesindeki eserleri; Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık gibi şiir kitaplarında ve çeşitli yazılarında Türkçülüğün derin izlerini bulduğumuz Ziya Gökalp’in, Türkçülüğün genel çerçevesini çizdiği ve prensiplerini belirlediği temel eserleri “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” (1918) ve “Türkçülüğün Esasları” (1923)’dır.

Üç Tarz-ı Siyaset (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) eseriyle Türkçülüğün temel kaynaklarından birini ortaya koyan, Türkçü fikirlerin gelişimi adına en etkili isimlerden biri de Yusuf Akçura’dır.
Osmanlıcada “t,r,k” harfleriyle ünlü harf olmaksızın yazılan ve terk kelimesi ile karışan Türk ifadesinin doğru yazımı için “ü” harfini yerleştiren ise Veled Çelebi’dir.

Osmanlı modernleşmesinin pragmatik yapısı: Viyana yenilgisine kadar Osmanlı hep ilerleme içinde olmuştur. Askerî, ekonomik ve kültürel olarak Batı karşısında kendini hep güçlü ve üstün hissetmiştir. Bu bakımdan Avrupa’daki rönesans, reform ve hümanizm hareketlerinin yakın takipçisi olmamıştır. İlk toprak kayıplarıyla (1699-Karlofça) birlikte biraz kendine gelmeye başlasa da, Osmanlı yenilgileri sadece Batı’nın askerî üstünlüğüne hamleder ve medeniyet olarak hâlâ kendi üstünlüğü noktasında kararlıdır. Bunun için de ilk yenileşme hareketleri askerî alanda olur. Dolayısıyla Osmanlı modernleşmesinin faydacı bir yapısı vardır ve zaruret sebebiyle ortaya çıkmıştır.

Eğitim kurumlarının ıslahına yönelik çalışmaları yanında yeni eğitim kurumlarının açılması, her kademe için okul kitaplarının basılması gibi gayretleri olan ve Mecelle’yi de kaleme alan, Türk düşün dünyasına belki de en büyük katkısı Türkçenin bir bilim dili olabileceğine dair yazı ve görüşleri olan Ahmet Cevdet Paşa, başta “Kavaid-i Osmaniyye” olmak üzere bir bilim derneği kurulması için çalışmalar yapmıştır.

Genel hatları ile Tanzimat, Osmanlı devlet ve toplum düzeni üzerinde önemli tarihsel değişimleri başlatmış ve ardından cumhuriyete değin uzanacak olan yolun fikri alt yapısını kurmuştur.

Doğu-Batı eksenindeki stratejik durumu ve mevcut toplumsal dokusuyla hem teokratik hem de seküler yaşam biçimlerinin içiçe geçtiği ve bu nedenle de sık sık anayasal krizlere sürüklenen bir ülke gerçeği ile Tanzimat’tan bugüne süregelen yapısal sorunlarımız henüz yeterince çözülebilmiş değildir.

İmparatorluk dönemi bakiyesi etnik ve dini unsurların statüsü özellikle dış baskıların da devreye girmesi ile daha çok sorun üreten bir durumun oluşmasına sebebiyet vermektedir.

İmparatorluk dönemini kapatmışız ama üniter bir devlet ve toplum düzenini de tam manası ile henüz oturtamamışız.

Heterojen toplum yapısını bir zenginlik olarak addeden bakış açısı, farklı arayışların kapısını aralamaktan öte de bir işe yaramamıştır.
Baskın toplumsal kesimin “demokrasi” kıskacına alınarak zihinsel pasifizme itilmesi ile farklı yapıların egemenliğin paylaşımı gibi talepleri giderek derinleşen bir fay hattını oluşturmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Tanzimat hukuku ile egemen ulus-devlet statüsü kurulamaz.
Yaklaşık iki asırdan beridir bocalamamızın kaynağında bu sorunun varlığı durmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu