DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Fuzûl~Fazla~Fazîlet~Fazl Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk - 64-

TÖRELİ İŞTİKÂK – 64

Fuzûl~Fazla~Fazîlet~Fazl Kelimelerine Dâir

“Fazîletli dostum

Fazlı Arslan beyefendiye

muhabbetlerimle ithâf olunur…”

İştikâk, sâdece kelimelerin değil, o kelimelerle temsîl edilen kavramların da kökteşlik ve akrabâlık münâsebetlerini araştırıp soruşturan ameliyedir… Bu ameliye ile, aynı kökten türemiş olsalar da kimi kökteş kelimelerin kavram ve anlam karşılıkları arasında zıtlık boyutuna varan farklılıklar müşâhede edilebilmektedir… Bunu, bir dildeki kelimelerin dînî, ilmî, felsefî ve edebî anlamlar evrenindeki târihî seyri ile alâkalı bir durum olarak değerlendirmek mümkündür…

Töreli iştikâk ise, kavramların dikey çizgideki seyrini tâkip yoluyla beşerî-lâhûtî varlık tabakalarındaki yerlerini tesbît etmeye, anlamaya ve yorumlamaya çalışır… Diğer bir söyleyişle, aynı kökten gelen kelimelerden bâzısı Allâh’a ve bâzısı da insâna yâhut diğer mahlûkâta dâir ise, bu kavramlar arasındaki alâkaları ortaya çıkartan iştikâk ameliyesi törelidir…

Bu iştikâk denemesi ise, f(â)-d(âd)-l(âm) masdarından müştakk –türemiş– bâzı kelimeler ile kavramları etrâfında bir tefekkür tecrübesinden ibârettir…

Fuzûl, “îcâb edenin dışına taşan şey; haddini aşan söz; lüzumsuz ve anlamsız davranış; yersiz ve zamansız davranan kimse; lüzûmundan çok konuşan, boşboğaz; fazlalık, fodulluk; fodul” anlamlarındadır; daha çok ism-i mensûb hâlinde fuzûlî kelimesi bünyesinde kullanılmaktadır…

Fazla, “olması gerekenden ve ihtiyaç duyulandan çok; beklenenin üzerinde; haddin dışında ve üstünde; istenmeyen, hoş görülmeyen, gereksiz çokluk; artık; çok” anlamlarındadır…

Fazîlet, “İnsâniyyetin kıymetini artıran kök değerler; kişiyi diğerlerinden üstün kılan meziyetler; mürüvvet ve fütüvvet dâiresinde insânı yücelten ahlâkî vasıflar; erdem” anlamlarına gelmektedir…

Fazl, “üstünlük, fazlalık, çokluk; ihsan, ikram, inâyet, cömertlik, bağışlayıcılık gibi üstün nitelikler” karşılığında, insanlardan ziyâde Allâh’ın bir sıfatı olarak kullanılagelmiştir…

Fuzûl, gereksiz yâhut fazla(lık) oluşun vardığı tehlike eşiğidir… Fuzûl, insanlar arasında lüzûmu fazla hissedilmeyen, gereksiz işlerle haddinden fazla uğraşan kişidir… Fuzûl, insandaki fazîleti azaltan fazlalıktır; öyle ki, “Belki de fuzûl, hayvânâta mahsus, hayvânî bir fazîlettir.” bile denilebilir… Ezcümle fuzûl, fazîletsizlik hâlidir ve fazîletten nasîbi olmamışlıktır…

Fazla, fuzûl seviyesi ve ölçüsüdür; lüzumsuzluk fazlalaştıkça fuzûl de –fodulluk da– artar… Fazla, insânı fuzûl derekesine düşen ve düşüren, gereksiz ve fuzûlî olan şeydir… Fazla, kişiyi fazîlet elde etmekten alıkoyan, ihtiyaç dışı dünyevî çokluktur…

Fazla, menfî ve münker yönde artarsa fuzûl, müsbet ve mâruf yönde artarsa fazîlet hâlini alabilir… Yâni, fazla mâruf fazîlete yükseltirken, fazla münker ise fuzûle düşürür…

Burada, “çok, artık” anlamları bakımından müşterek olan fazla ile ziyâde kelimeleri arasında edebî töre muvâcehesinde ince bir farklılıktan bahsetmek yerinde olacaktır:

Meselâ, müsbet ve mârûf olan şeylerin artarak fazîlet vasfını kazanmasını, fazla kelimesi ile değil de ziyâde kelimesi ile ifâde etmek daha doğru görünmektedir… Fazla kelimesinin ise, daha çok menfî ve münker vasıfların fuzûl istikâmetinde düşerek artışını ifâde etmekte kullanılması gerektiği ileri sürülebilir…

Fazîlet, insânı fuzûlden uzak tutan, fuzûlî şeylere meyl etmekten alıkoyan fıtrî ve cevherî değerdir… Fazîlet, fazla hevâ vü heves ile dünyevî şeylere iştihâ fazlalığından uzak durma erdemidir…

Fazîlet, beşerî ve insânî fazl demektir; insânın, Allâh’ın fazlından pay almasıdır… Fazîlet, fuzûlî olan şeylerden sakınarak Allâh’ın fazlına sığınma erdemidir… Fazîlet, bir insâna bahşedilen İlâhî fazlın en büyüklerinden biridir…

Fazîlet kelimesinden ism-i fâil sîgasında türemiş olan fâzıl kelimesi de, “fazîlet sâhibi kimse” anlamında –ve kimi zaman da özel isim olarak– kullanılagelmiştir… Müsbet ve mâruf meziyetleri ziyâdeleşen kimseye fâzıl denir; menfî ve münker özellikleri fazla olan kişiye de fuzûl yâhut fodul denir…

Fazl, insânı fuzûlden, fuzûlî şeylerden ve fazla(ya) tamahkârlıktan koruyan İlâhî lûtuftur… Fazl, ahlâkı fazîlet derecesine yükselttiren ilâhî sıfatların insandaki tecellîsinin çokluğudur… Fazl, fazîletlerin en İlâhî olanıdır, İlâhî fazîlettir…

Hâzâ min-fazlı Rabbî…

İfrît adındaki cin, Yemen melikesi Belkıs’ın tahtını göz kapayıp açıncaya kadar Süleymân peygamberin –aleyhisselâm– yanına getirince, Hazret-i Süleymân da “… Hâzâ min-fazlı Rabbî… (Bu, Rabb’imin fazlındandır –lûtf u inâyetindendir-…)” (Neml / 40) demiş idi… Bu sözü söylemesi, Süleymân aleyhisselâmın yüksek bir fazîlet sâhibi olduğuna delâlet etmektedir ki, töreli edebî dâirede fâzılların dilinde ondan kalan bir yâdigâr olarak kullanılagelmiştir…

Bu âyetin delâletiyle şunları söylemek mümkündür:

Fazîlet, fazlın aslî kaynağının ve hakîkî sâhibinin Allâh olduğu şuûrunda bulunmaktır… En üstün fazîlet, sâhip olunan fazîlet değerlerinin Allâh’ın fazlından bahşedildiğini bilmek, O’nun fazlının birer tecellî ve tezâhürü olduğunun idrâkinde bulunmaktır…

Edebî törede Allâh’ın fazîletinden değil de fazlından bahsedilir; yâni, Allâh için, “fazîletli” sıfatı değil de –fazlın mutlak sâhibi olması haysiyetiyle– “fazl sâhibi” sıfatı kullanılabilir… Buna mukâbil, bir kimsenin fazlından bahsetmek de münâsip değildir; bir insan, ancak “fazîlet sâhibi” olabilir…

Nasıl ki fazl insanları aşan bir sıfatsa, fazîlet de yeryüzünde insânoğlu dışındaki mahlûkât için söz konusu edilemeyecek, yalnız insâna mahsus bir meziyettir; bununla birlikte, gökyüzü mahlûkâtından melekler için de fazîlet vasfından bahsedilebilir…

Fazîlet hissi…

Fazîlet, tâlî ve arazî değerlerle değil de ancak aslî ve cevherî –tözel ve kök– meziyetlerle fazl u kıymet kazanılabileceğinin farkında olmaktır… Fazîlet, tâlî ve arazî değerlere kıymet ve ehemmiyet atfetmenin fuzûla –yâhut fodulluğa– düşürdüğünü, aslî ve cevherî meziyetleri koruyup yüceltmenin de fazl’a yükselttiğini bilmektir…

Fazîlet, kişinin, “Tehallakû bi-ahlâkillâhi. (Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanınız.)” emr-i nebevîsi düstûrunca, kendisini İlâhî sıfatlarla donatmasıdır ki, bu sıfatlardan bâzıları şöyledir: Kerem, lûtf, ihsan, inâyet, merhamet, afv, hilm, selâm, hıfz, emân(et), hibe, sıdk, sadâkat, adâlet, icâbet, velâyet, metânet, birr, sabr, vefâ… Bunların, aynı zamanda mürüvvet ve fütüvvet dâiresinin de töreli ahlâkî sıfatları olduğunu belirtmek gerekir…

Öte taraftan da fazîlet, kişinin, Allâh’ın yalnız kendi zâtına mahsus sıfatlarına ortaklıktan şiddetle kaçınmasıdır ki, onlardan bâzıları ise şöyledir: Ulûhiyyet, rubûbiyyet, ehadiyyet, vahdâniyyet, samedâniyyet, rubûbiyyet, kibr, azamet, uluvv…

Mehmed Âkif’in meşhur

Ne irfândır veren ahlâka yükseklik ne vicdândır

Fazîlet hissi insânlarda Allâh korkusundandır

beytine göre, ahlâka yükseklik veren fazîletin aslî kaynağı Allâh korkusudur… Haşyetullâh, yâni Allâh korkusu, insânı, aslî ve fıtrî değerler bütünü sayılan fazîlet dâiresinin dışına taşıp çıkmaktan muhâfaza eder… Ezcümle, Allâh’ın celâlinden yine Allâh’ın fazlına sığınmak da fazîletin bir îcâbı ve alâmeti olsa gerektir…

Fâzıl insan, bir yüzüyle Allâh’ın fazlına, diğer yüzüyle de fodul kimselerin fuzûlüne bakan çift taraflı ayna gibidir… Bu, Allâh’tan aldıklarını fodullara yansıtan bir fazîlet aynasıdır…

Hem kel hem fodul…

Fodul, fazlalık kabîlinden lüzumsuz iş gören, bu özelliğiyle insanların ve cemiyetin sabrını zorlayan kişidir… Fodul, bir cemiyette fazlalık hissi uyandıran kişidir…

Fodul, –belâgat lisânınca söylemek gerekirse– muktezâ-yı hâl ü makâmı gözetmeyen ve söz söyleme üslûbundan bîhaber olan, bununla birlikte çok ve boş konuşan kişidir… Hattâ fodul, gevezeliği, boşboğazlığı ve dedikodoyu fazîlet sayan, fuzûlî kişidir…

Fodulluk yâhut fuzûl, bir fodul kişinin, kendi gereksiz tavır, hareket, iş, davranış ve sözlerinin insanlara ve insanlığa çok elzem olduğuna kendisini inandırmasıyla başlar… Dahası, fodul, fodulluk yaparak fazîlet kazandığını zanneder…

Fodulluktan arındıkça kişinin fazîleti artar… Buna karşılık, fodullukta ısrâr ise, Allâh’ın fazlının kesilmesine sebebiyet verebilir; bu durum, fazîlet kazanmanın önündeki en büyük engellerin başında gelir…

Türkçe’deki “Hem kel hem fodul.” deyimi ise, dış görünüşteki bedenî ârızalarını rûhî ve ahlâkî fazîletlerle kapatıp güzelleştirmek şöyle dursun, şahsiyetindeki düşüklük ve çirkinliklerle daha da çirkinleştiren kişileri tasvîr eden veciz bir ifâdedir… Ayrıca, bu ifâdenin, fazîlet sâhibi olmadığı hâlde fâzıl bir insan görüntüsü vermeye çalışan kişileri de îmâ yoluyla deyimleştirdiğini söylemek mümkündür…

Bu deyim dâiresine giren kişiler, bir cemiyette bilhassa fertler arası ilişkilerde tahammül edilesi kişiler sayılmazlar…

el-Medînetü’l-Fâzıla…

Fâzıl medîne… Fazîletli şehir… Erdemli şehir…

Fârâbî bu eserinde, fazîletin kaynaklarından ve mükemmel –ideal– bir şehri, bir ülkeyi, bir devleti teşkîl eden insan unsurlarının fazîletinden bahsetmektedir… Fazîlet şehrinin insanları, akıl-rûh-beden dengesini adâlet ve îtidâl üzere ayakta tutan fazîletli kimselerdir; yâni, fazîletin en bâriz özelliklerinden biri de bu dengeyi koruyabilmektir…

Fâzıl insanlar, mutlak fazl sâhibi Allâh ile fuzûl derekesindeki fodul kimseler arasında bir yerde bulunurlar… Fazîlet dâiresinde, kitâbın ana mes’elelerini şu çizgide özetlemek mümkündür ki, bir nevi bu iştikâk denemesinin de başlığını tersten okumak demektir:

Fazl ~ Fazîlet ~ Fazla ~ Fuzûl…

Hulâsa-yı merâm…

Fazîlet, halkın fuzûlünden ziyâde Hakk’ın fazlına mütemâyil cevherî, fıtrî ve insânî değerler bütünüdür… Fazîlet, insâniyyeti Âdemiyyete yükselten cevherdir… Fazîlet, fuzûl girdâbında cedelleşen insânı boğulmaktan kurtararak Âdemiyyet sâhiline çıkartacak olan fazl-ı İlâhîdir…

Allâh, cümlemizi fuzûle düşmekten ve fodulların fuzûlüne mâruz kalmaktan muhâfaza eylesin; cümlemizi fazlanın ve fazlalığın peşine düşmekten korusun… Allâh, cümlemizi fazîlet dâiresine ilhâk eylesin; fazîletimizi kendi fazlına mazhar eylesin… Âmîn…

Selâmet ve letâfetle…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu