İletişim, Kültür ve Çocuklarımız
Mustafa ARSLANOĞLU
İnsana sunulan sevgi ifadesi, onların dünyasına sihirli bir dokunuş yapar, rüzgâr almış yaprak gibi gönül canlanır. İletişimde sevgi adına yapılan küçücük bir ayrıntı bile önemli yer tutar. Yüz yüze ya da sosyal medya üzerinden iyi tanıdığım dost ve arkadaşlarıma, meslektaşlarıma zaman zaman: “Sizi sevdiğimi söylemiş miydim” diyerek muhabbet kapısını açmaya çalışırdım. Tatlı dil, güler yüz buzları eritir, gönüllerde dostluk rüzgârı estirir.
Yaşı 50’nin üzerinde olanlar hatırlayacaktır. Radyo programlarında reklam araları uzun tutularak: ’Bugünkü Aklım Olsaydı’’ isimli skeçler seslendirilirdi. Bu programlarda; insanların geçmişte yaşadıkları pişmanlıklar, hatalar ve uğradıkları vefasızlık çokça işlenen konulardı. Bu örneği niye anlattığıma gelince: Fırsat varken pişmanlık duyduğumuz her ne varsa, geri dönüş bileti yanmadan düzeltmeye çalışalım. Sevdiklerimize gönlümüzü açalım, muhabbete yol bulalım, hâl hatır soralım. Bize gönlü kırık olan varsa, özür dileyelim. Gerçi şâir:
Kesr-i hâtır işleyip de sonra tamîr eylemek,
Perde asmak gibidir mir’ât-ı meksûr üstüne…
dese de, hataları telâfi etmek, yüreklere su serpmek güzel bir yoldur.
Her güzelliğin temeli önce ailede atılmalı, çocuklar yuvasında hayat mektebini okumalıdır. Bu konuda anne ve babalara büyük sorumluluk düşmektedir. Ele gül, eve diken olmayalım. Eşimize; seni seviyorum, diyelim. Evli çiftlerin birbirine iltifatı haktır ve sevaptır. Çocuklarımızla ilgilenelim, saçını, yanağını okşayalım, sohbet edelim, zaman ayıralım. Ailece piknik yapalım, geziye çıkalım. Ömür kısa, yanlışın neresinden dönülürse kârdır.
Sevgili anneler babalar; Aile, en donanımlı okul olmalıdır. Ailede çocuk ruhuna işlenen sevgisizlik, mutsuzluk, bencillik, şiddet ve benzeri kötü anılar; ilkokul, ortaokul ve liseyi geçtim, üniversite de bile yaşadığı kötü hâtıraları yüreğinden söküp atamaz.
Sevgili anne ve babalar; evlâdınızı hiç ihmal etmeyin, ciğerparelerinize sevgiyi, hoşgörüyü, paylaşmayı, dürüstlüğü, adaleti, güvenilir olmayı, Allah’ı, dinin temelini, Vatan-Millet sevgisini, insan sevgisini, kul hakkını, doğa ve hayvan sevgisini anlatalım. Aile mektebinden huzurla mezun olan, hayatın her engelini aşar. Tekrar ediyorum, aile en donanımlı hayat okulu olmalıdır.
Kutsal Değerlerimiz ve kültür geçmişimiz sevgi ve barış medeniyetini yaşatan güzelliklerle doludur. Hiçbir güzellik ertelenmemeli. El uzatın insanlara, uzak yakın fark etmez. Uzatılan el, gönderilen selâm, yazılan mektup sahibini bulur. Mektup dedim ya! Unutulan mektup kültürünü canlandırsak ne güzel olur. Ya da parasını ödediğimiz halde, tanıdıklarımızı telefonla aramaya fırsat bulamıyoruz ya! Her gün birkaç arkadaşımızı, akrabamızı arasak fena mı olur?
Çorak tarlayı gülşen eden yağmur gibi, biz de gönülleri ruşen edelim. Zor değil, sevgi sermaye istemez, bir tutam zaman ayırmak kâfidir. Bir selâm, muhabbet ifade eden bir kelime uzağı yakın kılar, dağları deler, yokuşları düz eder. Hz. Muhammed’in kendi eliyle bir lokmalık yiyeceği eşine takdim etmesi, asırlar öncesinden günümüze gelen aile saadetine güzel bir örnektir. Konu Peygamberimizden açılmışken bir hadisini söyleyelim: ”Kişi kardeşini –bir dostunu– sevdiği zaman, ona sevgisini haber versin.” diye buyurmaktadır. Mevlâna Hazretleri der ki: “Öyle bir ‘yar’ sev ki evladım; elinde su tasıyla iftarı bekleyen oruçlu gibi beklesin seni.”
Ey insan! Bugün varsın, yarının mechul. Irak durma insanlardan, dostlardan. Ah alma, gönül kırma. Hz. Ali: “Dili tatlı olanın dostu çok olur.” diyor. Mevlâna’yı dinleyelim: “Dün çimen benim ayaklarımın altında idi. Bugün üstümde bitiyor. Görüyor musun! Toprak günahlardan başka her şeyi örtüyor.” Gün doğmadan neler doğuyor! İbret almak lazım. İhtiraslarımızdan, kem duygulardan kendimizi kurtarmamız gerekir.
Sevgi kaynağımız tükenmez bir zenginliktedir. Şelâle gibi gürül gürül akan âb-ı hayat suyundan yeterince kâm aldığımızı maalesef söyleyemeyiz. Ancak umutsuz da olamayız. Yunus Emre sevgi şelâlesinin, Hak aşkının çağlayanıdır. Hem dinleyelim hem kana kana içelim:
Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik götürü,
Yaratılmışı severiz,
Yaratandan ötürü.
Yunus Emre cümle canları ve Yaratan Kudret sahibini sevmemizi istiyor. Yunus Emre’nin gönül derinliklerinde, duygu ve düşüncelerinde İslâm Tasavvufunun esasları yer almaktadır. Bunlar sevgi ve ilâhi aşktır. İşte buna güzel bir örnek:
Ben gelmedüm davi içün benüm işüm sevi içün,
Dost’un evi gönüllerdür, gönüller yapmağa geldüm…
Yunus Emre dünyadaki görevinin; kavgadan uzak durmak, sevgiyi gönüllere yaymak, Allah’ın evinin gönüller olduğunu ve gönül kazanmanın yüce bir erdemini ifade ediyor.
Neler oluyor bize düşündük mü? Halet-i ruhiyemizin röntgenini hiç çektik mi? Kendimizi tanıyor muyuz? Nereden gelip nereye gideceğimizi tefekkür ettik mi? Bu sorulara cevap bulmadan gönlümüze sevgiyi, hoşgörüyü, paylaşmayı, insanların gönlünü kazanmayı ve insanları güzel olan güzelliklere götürebilmeyi nasıl başarabiliriz?
Erdemli olmanın yolu uzundur, yana yana, pişe pişe geçilir bu yollar. İşte bundan sonra;
Ben gönül insanıyım kuru kavga neyime,
Sevgi ses geliyor üfleyince neyime.
diyebiliriz.
Sevgiye ulaşmanın, sevgi medeniyetini kurabilmek için, sağlam bir alt yapı kültürünün var olması gerekir. Akraba ve diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurmak; yardımlaşma ve selâmlaşma geleneğini sürdürmek sevgi medeniyetinde önemli bir yer tutar.
Akrabalarımızı tanıyor muyuz? Aile kabristanını ziyaret ediyor muyuz?
Bayramlarda neler yapıyoruz? İnsanların acılarını, mutluluklarını paylaşabiliyor muyuz?
İletişim olmadan, kalpten kalbe giden yolu bulmadan sevgi bağı, dostluk bağı kurulamaz. Bu ve benzeri sorulara vereceğimiz cevaplar bizim ve toplumumuzun yaşama kültürünü ortaya çıkarır. Milli Ruhumuzun, mânevî duruşumuzun seviyesi de bu ve benzeri sorulara vereceğimiz cevaplarda gizlidir.
Nerede olursak olalım, taşıdığımız sorumluluk hep bizimledir. Tatile mi gittik! Tatil bir ihtiyaçtır, aile dayanışmasını güçlendirir, insanı bedenen ve ruhen dinlendirir. Bayramda tatil yapılacaksa, akraba ve dostlar aranmalı, karşılıklı iyi dilekler sunulmalıdır. Çocuklarımızı da böyle yetiştirirsek, gelecekte onlar bu güzel geleneği sürdürecektir. Önde giden, arkadan gelenlere yaşanan ve yaşayan manevi miras bırakmalıdır.
Düğünde, bayramda, cenaze gibi iyi ve kötü günde insanların acılarını, mutluluklarını paylaşmalıyız. Aile büyükleri çocuklarına bu uygulamaları öğretmeliler. Maalesef birbirimizle selâmlaşmıyoruz, konuşmuyoruz, hâl hatır sormuyoruz. Oysa selâmlaşma, hatır sorma, tebessüm etme, yardımlaşma gibi kültürel ve sosyal zenginliklerimiz aynı zamanda bir ibadettir. İnancımızdan gelen bütün bu güzel geleneklerimiz, lâyıkı ile uygulanmadığı için çocuklarımız bilmiyor. Mahalle aralarında, aynı apartmanın merdiven veya asansöründe bile selâmlaşma, merhabalaşma çok azalmış durumda. Bu dert hepimizin olmalı. Okullar, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür Bakanlığı, toplum ve aileler; Devlet eliyle seferber edilmeli âdab-ı muâşeret kuralları hayatın her alanında yaşatılmalıdır.
Sevgi ve kültür medeniyetini kurabilmemiz için her fert elini taşın altına koymalı ve dert edinmelidir. Dertlerimizin devâ bulması için KÜLTÜR BAKANLIĞI MÜSTAKİL HÂLE GETİRİLMELİDİR.
Sözün özü bir manzum atasözümüzde olsa gerek:
Rehbersiz gidilmez yollar dolaşık,
Karanlık yollarda gerekir ışık.
Aklına güvenme ey koca âşık
İnsan beşer elbet şaşar demişler…