Mustafa ArslanoğluTöreli Yazılar

İNSAN VE SÛ-İ ZAN

İNSAN VE SÛ-İ ZAN

İyi – Kötü, Hayır – Şer, Sevap – Günah, Helâl – Haram, Îman – İnkâr…

İşte hayat serencâmımıza yön veren imtihan soruları.

Hakikat Kitâbına bakıp tefekkür edince gördüğümüz: Hâlik ve mahlûk…

Kötü duyguların davranışlarımızı etkileyememesi eğitim, bilgi, inanç ve irade gücü ile sağlanır. İradeyi zayıflatan, inancı ve bilgiyi devre dışı bırakan öfke, kıskançlık, hırs, intikam, iftira, gıybet ve benzeri huylar kötü duygularımızdandır.
İyiliğin uygulanabilmesi büyük ölçüde kötü duygularımızın devre dışı bırakılmasıyla mümkündür.

İyiliği de ayarınca, kararınca, edebe ve âdâba uygun yapmalıyız.

Ölçüsüz kullanılan her hayır, mülk ise israf olur, söz ise hem beyhude hem de dinleyene külfet olur.

Unutulmamalıdır ki;
“Gereksiz yapılan her sarf,
Hakikatte olur israf.”

Konumuz; dedikodu, sû-i zan, sû-i kelam, sû-i nazar.

Dedikodu ve sû-i zan toplumumuzun kanayan bir yarasıdır. Meyhâneden çıkan ile maçtan çıkan, siyaset yapan ile ticaret yapan, kahvehanede oturan ile çay bahçesinde oturanın sû-i zan yapmanın dayanılmaz hazzına yakalanması, maddi ve mânevi hastalığın varlığına delildir. Dînen kesin günah olduğu, bilinmesine rağmen dedikodunun önüne geçilememesi, sorgulanması gerekenin “insan”ın kendisi olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Teşhis doğru olmalı ki, çâre bulabilelim.

Sonuçları itibari ile dedikodu yapmanın hiçbir hafifletici sebebi olamaz. Bile bile bir yanlışı yapmak cehâlet hastalığıdır. Cehâlet hastalığı; kendi noksanını ve hakikatleri kabul etmeme yaklaşımıdır. Câhilliği kimse kendine yakıştırmadığı için, kötü huylardan doğan eylemler ve mânevi hastalıklar kolay kolay tedâvi edilemez.

Yalan, iftira ve dedikodu çok çabuk yayılır.
Mark Twain der ki; “Gerçek ayakkabılarını giyene kadar, yalan dünyayı üç kere dolaşıyor.”

Ateşten kaçar gibi kaç, sû-i amelden
Nice belâ başa gelir, tûl-i emelden.

Tûl-i emel; insanın arzularına sınır koyamaması, bitmez tükenmez bir hırs içerisinde bulunması demektir. Oysa ömür kısa, bu kadar hırs tez geçen ömrü ziyan eder. İhtirasımızın peşinden koşarken ecel bizi bitmek bilmeyen hayâllerimizle birlikte yakalar.

Dedikodu, sû-i niyet, gıybet insanların hayatını karartır.

Ey dedikodu yapan insan, yapma!
Bak! İlâhî hüküm ne kadar açık ve kesin.

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın, herhangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksindiniz. Allah’a itâatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucûrat Sûresi, 16. âyet).

Mânevî, ahlâkî ve dini açıdan zan ve iftirâ ile insanların karalanmasına, yaralanmasına yol açacak ifadeler ve davranışlar yasaklanmıştır.
“Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.” (Hadis-i Şerif).

Hucurat Suresi 12. âyette îman edenlere üç şey yasaklanmıştır.
1. Gerçek bilgi ve delille değil de, tahmine, dayalı hüküm vermek.
2. İnsanların gizli ve mahrem bilgilerini merak edip araştırmak.
3. İnsanları arkalarından çekiştirmek, yalan yanlış bilgilerle ele güne ifşâ etmek.

İftiranın, fitne çıkarmanın, insanları zan altında bırakmanın günah yükü; fertleri, aileleri ve toplumları yıkımlara, katliamlara, bunalımlara, düşmanlığa sürükleyebileceği için çok büyüktür. Onun için Allah bütün bunları yasaklamış, insanların aklında kalması ve yapılan işin vehâmetini, vahşiliğini göstermek için; “Ölü kardeşinin etini yemeye” benzetmiştir.
Ayrıca, âyetlerin îman edenlere hitap etmesi, mü’minlerin böylesine çirkin ve fitne çıkaracak büyük günahlarla inkârcıların seviyelerine düşmemeleri içindir.

Bu günahlardan kurtulmanın yolu Tevbe ve helâlleşmedir. Onun için Allah bu ayetin son bölümünde; “Allah’tan korkun! Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” diye buyurmaktadır. Allah’ın gıybet ve dedikodu yapanları tövbeye çağırması, âhirete bahse konu suçlarla tövbesiz gidenlerin sonlarının hüsran olacağına işârettir.

Bir hadis-i şerifte Hazret-i Muhammed şöyle buyurmaktadır: “Kişiye yalan (günah) olarak her duyduğunu nakletmesi yeter.”

Müslüman; yalanın, iftirânın taşıyıcısı aracısı, yarıcısı ve yayıcısı olmamalıdır. Hadis-i Şerif’lere göre; “Bir hayrın işlenmesine sebep olan, o hayrı işlemiş gibidir.” Dolayısıyla bir şerrin meydana gelmesine sebep olan da, o şerri işlemiş gibidir.

Aile bireyleri olarak, kurum çalışanları olarak, esnaf olarak, cami cemaati olarak hülâsâ toplum olarak birbirimize nasihat etmeli, örnek insan olmalıyız.

Kurdun ağacı içten içe kemirmesi gibi, fitne, fesat da aileleri ve toplumları çığ gibi, heyelân gibi, sel gibi önüne katip götürür, târumâr eder.

İnsan güzel olanı, iyi ve hayırlı olanı yapmalıdır. Hüsn-i zan sâhibi olmak haktan, doğruluktan, gönülden yana olmak demektir. İnsanların iyi yönlerini ahlâki ve erdemli davranışlarını konuşmak en doğru yoldur. Beğenmediğimiz kötü huy ve amel kimde varsa, o kimsenin bu olumsuz yönünü insanlar arasında konuşmamalıyız. Konuşursak, bunun “gıybet” olacağını; bahse konu kişide bu kötü huy ve davranışlar yoksa, bunun “iftirâ” olacağını Hazret-i Muhammed haber vermiştir.

İnsanların yanlışlarını yalnızken, uygun bir lisan ile müsâit bir zamanda yüzüne söylemeliyiz.

Nasıl oluyor!
Nasıl oluyor da dedikodu, gıybet, iftira ve sû-i zan ciklet çiğner gibi davul çala çala ağızlardan iştahla çıkıp, dilden dile neredeyse ışık hızıyla dolaşabiliyor?

Günümüzde teknolojin yapabildiklerini düşününce; sû-i zan ve iftirâ için, Kur’an ve Sünnetin hiç açık kapı bırakmaması bir mûcizedir. Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna, Hadîs-i Şerif’lerin gerekli ve Kuran’la uyumlu olduğuna delildir.

Mucize olduğu konusunu kısaca arz edelim. Dijital çağın getirdiği internet ve online iletişimine şimdi yapay zekâ eklendi. Yapay zekâ ve sâir teknolojik gereçlerle gerçek işlemlerin yanında sahte işlemler de kolayca yapılabilir, yazılabilir oldu. Böyle olunca sahte yapay resimlerle insanlar kolaylıkla zan altında bırakılabilir, ses taklidi yapılabilir, sahte belgeler oluşturulabilir. Kuran’ı Kerim’in devirler, Çağlar geçtikçe daha iyi anlaşılması ve öneminin artması, insanlara rehber olması bir mûcizedir. İşte onun için Allah iman edenleri uyarıyor, yol gösteriyor: ”Ey îmân edenler! Bilmeden birine zarar verip de sonra yaptığınızda pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın (dinin emirlerine uymayan) biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” diye buyuruyor. (Hucûrat Sûresi, 6. ayet).

Yine Kur’an’da Allah müminlere hitaben şöyle buyuruyor; “Allah’tan başkasına tapanlara kötü/çirkin söz söylemeyin; sonra onlar da bilmeden taşkınlık yaparak Allah hakkında kötü sözler söylerler.” (Enam Sûresi, 108. âyet).
Bu âyete göre; Allah’tan başkasına tapanlara, onların taptıklarına hakâretvâri sözler söylenmemelidir. Dâveti de, eleştiriyi de gerekiyorsa, güzel sözlerle, lisân-i hâl ile yapmalıyız.

Yine kurumların ya da toplumların sembollerine, önemli şahsiyetlerine hakâret edilmemesi gerekmektedir. Kısacası bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi biz de başkalarına yapmamalıyız.

Vakit tevbe vaktidir.
Vakit helâlleşme vaktidir.

Mustafa ARSLANOĞLU

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu