Şiiit! Ayak Sesleri Var
Bu ayak sesleri hayra alâmet değil.
Yazımızın ana teması bu cümle.
Halk arasında söylenen; “Haram helal ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım!” sözü çok alıcı bulmaktadır.
Maalesef bu his ve ihtiras, gayrimeşrûyu meşrû görme seviyesine erişmiştir.
Hâl böyle olunca kâl (söz) de böyle oluyor.
Hak edilmemiş kazanç ve kariyer mâlikine haram helal ilkesinden bahsetmek, Çin işkencesinden ağır gelir.
“Aile Ocağı”nın önemi her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Çocuklar hak ve adâlet kavramını, sevgi ve paylaşma ortamını, doğruluğun erdemini, vatan millet sevgisini anne baba, dede nine kucağında öğrense, kendi yuvasında bu değerlerle yetişse çizgisini, kıblesini kaybetmez.
Amerika ve Avrupa değer yargılarını devlet eliyle, kültür diliyle sosyal hayata yerleştirmiştir. Buralarda “insan” merkeze alındığı için hak ve hukuk kavramları görgü ve kültür kuralları insanların özel itina göstermeleri ile yaşamaktadır.
Töremiz, kültür varlıklarımız, görgü ve ahlâkî değerlerimiz evde, çarşıda pazarda, sosyal hayatta yaşamalı, okullarda eğitimi verilmelidir. Devlet ve millet eliyle çözmemiz gereken acil durum budur.
Çocuklarımız; kültüründen, değer yargılarından, tarihinden uzak yetişiyor. Bunu düzeltmek bir bekâ meselesidir.
Haksız kazanca talip olmak, haksızlık karşısında susmak insanlığın ölümüdür. Yanlışın, kötülüğün bahanesi ve savunması olamaz. Herkes yapıyor ben yapsam ne olur, mantığı zihin dünyamıza yer bulmamalıdır.
Toplum, bir vücut olmaktan çıkıp parçalara ayrılınca; “Cambaza bak cambaza” oyunuyla dikkati dağıtılan insanımız şer güçlerin emeline hizmet eder hâle gelmektedir.
Ülkemizde yapılan ve yaşanan ihtilallerin önce alt yapısı oluşturuldu.
Milleti fakr u zarûret içerisinde bırakacağına, ülkeyi 50 yıl geriye götüreceğine aldırış etmediler. Bir yabancı ülke yetkilisinin; “Bizim çocuklar ihtilal yaptı.” sözü hâfızamızda canlılığını koruyor. Milletin bizim zannettiği çocuklar meğer başkasının vesâyetindeymiş! Ne acı bir gerçek!
Halkımız direndikçe, iç ve dış güçler ihtilal yaptırarak toplum sindirildi. Ülkede bir şey imal etmemize izin verilmedi. Uçak yapanlar, araba yapanlar, silah fabrikası yapanlar öldürüldü, sindirildi. Avrupa’dan daha ucuza alıyoruz bahanesiyle beyinler yıkandı. Biz yapamayız Avrupa yapar imajı ve anlayışı zihnimize kazındı.
Şehitlerin kanıyla sulanan bu Vatan Toprakları sahibini arıyor, direniyordu.
Bizim sesimiz olan insanlar ortaya çıkınca sürekli karalanıyor, ekonomik baskılarla başarısız kılınmaya çalışılıyordu. Bu oyunu bu ülke hep yaşadı ve yaşıyor.
Sahte kimlikli insanlar tarafından toplumda birlik ve beraberliğin oluşmaması, değerlere bağlı bir neslin yetişmemesi için her şey yapıldı ve yapılıyor.
Şimdi yazımızın başındaki cümleye geri dönelim.
Ne demiştik? Bu ayak sesleri hayra alâmet değil!
Çıkarcı zihin yapısı her türlü fenalığı, haksız kazancı meşru görmektedir. Bu anlayışın sonu yok, utanması yok, vicdani yok, saygısı yok.
Toplumumuzda olduğu gibi sporda da hak edilmiş başarıya tâlip olan, iyi olan kazansın diyen, adâlet talep eden insanlarımız, yöneticilerimiz, sporcularımız ve taraftarlar elbetteki var. Hem de çoğunlukta.
Ayak sesleri, demiştik.
Maalesef Ramazan Ayı’nın ilk pazarında oynanan TS – FB maçının doğurduğu kaos ortamı ülkemizi germiştir.
Şampiyon olma arzusu gayet tabiidir, bir hedef koymak ve ona ulaşabilmek için gayre
göstermek takdire şâyandır.
Ancak bu başarıya her türlü hak ihlallerini meşru sayarak ulaşmaya çalışmak elbetteki uygun değildir. Devlet ve kurumları, uygulamaları ile haksızlığın kabul edilemeyeceğini toplumun zihnine, kurumların hâfızasına işlemelidir.
Bir kulüp başkanı sürekli haksızlığa uğradığını haykırmakta, hemen hemen her kesimi suçlamaktadır.
Bir siyasetçi; “Gençler ortaya çıkıp ihtilal yapmaya kalkarsa ben anlayışla karşılarım” kabilinden sözler söylemektedir. Gençleri sokağa çekmek, kardeş kavgasını başlatmak bunca yaşanmışlıklara rağmen hâla söylenebiliyorsa vay bizim halimize! Hani çağdaş uygarlık seviyesini hedef almıştık!
Yusuf Kaplan ne güzel söylemiş; “Batılılar bizim terk ettiklerimizi alarak yeni bir dünya kurdular. Biz ise Batılıların terk ettiklerini alarak kendi dünyamızı yıktık.”
Yusuf Kaplan’ın bu sözünü okuyunca… Fakülte yıllarında bir konuyu araştırmam için hocamız bizi Süleymaniye Kütüphanesi’ne göndermişti. Kütüphane salonuna girince orada yabancı insanların masaları doldurduğu, önlerinde de Osmanlıca Türkçesi ile yazılmış eserlerin, Arapça kitapların, yazmaların olduğunu müşâhade ettim. Gördüğüm bu tablo hâfızamdan hiç silinmedi. Batılılar bizi ve eserlerimizi böyle harıl harıl incelerken, biz ise batının bize dikte ettiklerinin peşinden koşuyoruz.
Adâletin, eğitimin, ahlâkın ve birlik rûhunun çöküşü Milletin çöküşü demektir.
Yıllar önce bir köşe yazısında yazar şöyle diyordu: “Türkiye’yi Yunanistan ve İsrail’in üzerinde bir güç yapmazlar.” Bu cümleyi bir mıh gibi hafızama kazıdım.
Türkiye’nin geldiği nokta batıyı endişelendirmekte ve kıskandırmaktadır. Savunma sanayiinde gösterdiği büyük atılım, sınırların ötesinde varlığını göstermesi, petrol ve doğal gaz araması-bulması, tarihi ve dini değerlerine sahip çıkması hoşlarına gitmiyor.
Seçim yoluyla yönetimi değiştiremeyeceklerini anlayan güç odakları yeni bir senaryoyu sahneye koymaya çalışmaktadırlar.
TS – FB maçında olan olaylar ve sonrasında yapılan konuşmalar beni;
Şiiit! Ayak sesleri var, demeye götürdü.
Maç esnasında sahaya atılanlar, şiddetli nümâyişler ve misâfir takımın özellikle yabancı oyuncuların seyirciyi kışkırtmaları karşısında ciddi tedbir alınmadığını gördük. En azından devre arasında buna bir çözüm bulunabilirdi. Hemen hemen maç boyu devam eden taşkınlığın, maçtan sonra olabilecekleri hususu niçin hiç düşünülmedi?
Kulüp yöneticileri, İl Emniyet Müdürü, Valilik, F. federasyonu yetkilileri neden maç sonunda olabileceklerini akıllarına getirmediler.
Bu husus düşündürücü değil mi?
Her iki kulüp başkanı herkesi eleştirirken neden birbirlerine fiske dahi kondurmadılar. Oysa misafir takımın bazı yabancı oyuncuları maç sonunda sahaya inen seyircilere vurmuşlardı.
Yabancı oyuncular bu cesâreti nereden almışlardır?
Maçtan iki gün sonra Trabzonspor başkanının yaptığı basın açıklamasında misafir takımın kavgaya karışan oyuncularını suçlamış, sosyal medyayı suçlamış, haklı olarak taşkınlık yapan, sahaya inen seyircileri eleştirmiş, il emniyet müdürünü eleştirmiştir. Ama misafir takımın kulüp başkanına tek kelime etmemiştir.
Ayrıca İl Emniyet Müdürünü sahaya inen bir seyirciyi tutukladığı için basın açıklamasında ciddi şekilde eleştirmiş ve hesap sorulacağını söylemiştir. Olayın detaylarını öğrenmek için sahaya inen seyircinin tutuklanması neden eleştirilir ki?
Bu olayın kulüp başkanınca bu kadar aleni şekilde eleştirilmesi akla başka soruları getirmektedir. Burada Devlet ve Hükümet de dolaylı olarak suçlanmaktadır.
Bu suçlamalar, yapılacak olan belediye seçimlerinde Trabzonlu olan İstanbul adayının öne çıkarılması, desteklenmesi mesajını mı içermektedir?
Eğer böyle bir niyet varsa maçta olanların da kumpas olduğu gerçeğini doğurmaz mı?
Biz kimseyi suçlamıyoruz. Ama başka vatanımız yok. Türkiye ihtilallerden, muhtıralardan, anarşik olaylardan çok çekti. Terör olaylarından hala Ülkem kurtulamadı hemen hemen her gün şehit veriyoruz.
Bu acıları bir daha yaşamamak için ince eleyip sık dokumak hepimizin görevi olmalıdır.
Ayak seslerine dikkat etmek varlığımız için önemlidir.
Varsayım üzerine düşünmeye devam edelim. Bahse konu şahıs İstanbul Belediye seçimini alsa bile olayın burada duracağını zannetmiyorum. Seçimle “Cumhurbaşkanlığı“ kazanılamayacağını düşünen dış güçler, seçimden sonra bir ayaklanma planlayıp, ülkeyi kaosa sürükleyip “Cumhurbaşkanlığı” seçimini öne aldırmak isteyebilirler. Peki kimi seçtirmek isteyebilirler?
Malum şahsa Türkiye’yi teslim etmek istiyor olamazlar mı?
Ne yapmamız lâzım?
Biz; birbirimize, emanetlere ve vatanımıza sahip çıkalım. Allah da bize sahip çıkar. Bir hadis-i kudside Allah; “Ben kulumun zannı üzereyim.” diye buyuruyor.
Derler ki; “Tedbir takdiri bozar. Kader gayreti sever.”
ŞİİİT! Ayak Sesleri Var!
Mustafa Arslanoğlu