Kalkarım ağır ağır, yürürüm yeşilliklerle dolu ormana, yolunu kaybetmiş bir bahçıvan misali.
Öyle masum, çiçeğimi budarken bulurum kendimi.
Kıyamam, kıyamadım budamaya.
“Bir çiçek bu kadar mı güzel olur?” derdi babam.
“Evet, evet ” derdim masum masum bakışlarla masum çiçeğe.
“Çiçek,” derdim kızardı oradan anam.
Ben alırdım lafımı geri, başlardım iki taşın arasında dünyanın en masum çiçeği papatyayı övmeye.
Bitmek bilmeyen güzelliğini övmek bile güzeldi.
Şimdi uzaklarda adını sanını bilmediğim diyarlarda benden uzak, anama babama yakın yaşarsın papatyam.
Halbuki ben büyüttüm sevgimle seni, besledim seni o güzel masum yüreğimle.
Her anımı her dakikamı ayırdım senin tek bir yaprağına.
Şimdi böyle mi olduk?
Oysa ki ayrı gayrı doğup masumiyetle baktık birbirimize.
Belki aynı organizmaya sahip değildik ama güzellikle bakardık birbirimize.
Belki aynı topraktan hava solmadık ama hayıflanırdık ikimiz de.
Ne sen gittin benden ne de ben gittim senden.
Aynı coğrafyanın, aynı toprağın insanı ve canlısıydık istemesek de.
Benle sen birer masum papatya.
Benle sen birer zalim coğrafyanın mahkumlarıydık.
Ama bırakmadık, bırakamazdık, bırakmamalıydık.
Bırakmadık da.
Yaşadık sevgiyle, saygıyla.
Acıyla, tatlıyla.
Biz başardık masum papatya, bu adil olmayan dünyada insan kalmaya.
Şimdi sen farklı diyarda, ben farklı diyarda.
Yaşa yaşadığını bildiğin anda.
Masum Çiçek Papatya
Nurmelek Çelik