Davulcu Hacı Ağa
Develi’de Ramazan geldiğinde Camii Kebir, Oruza ve Büyük Küllük gibi mahallelerin ellik (sahur) davulunu Davulcu Hacı Ağa çalardı. Davulcu Hacı Ağa’yı birkaç kez görmüşlüğüm vardı.
Mahallenin çocukları olarak annelerimizden yalvar yakar bizleri elliğe kaldırmalarını isterdik. Yaşımız gereği bu isteğin oruç tutmakla bir ilgisi yoktu. Her birimizin niyeti Davulcu Hacı Ağa’yı ellikte davul çalarken görmekti. İsteğimiz çoğu zaman annelerimiz tarafından yerine getirilmez ya da bütün ünlemelere rağmen uykuda olan bizler elliğe kalkamazdık.
Çok iyi hatırlıyorum bir defasında elliğe kalkmayı başarabilmiştim. Davul sesini duyunca kardeşimle birlikte hışımla pencereye koştuk. Mahallenin en yüksek evi olarak gördüğüm iki katlı evimizin penceresinden baktığımda hızla ilerleyen bir gölgeyi fark ettim. O gölge kendi dibini aydınlatan köşedeki sokak lambasının altına geldiğinde nihayet Davulcu Hacı Ağa’yı fark edebilmiştim. Hacı Ağa bütün heybetiyle oracıkta durmuş, davulunu çalıyordu. Davulun sesinden içimin titrediğini gün gibi hatırlıyorum. Allah’ım bu ne büyük mutluluktur. Davulcu Hacı Ağa’yı ellikte davulunu çalarken görmüştüm. Ertesi sabah arkadaşlarıma Davulcu Hacı Ağa’ya dair anlatacak çok şeylerim olacaktı. Öyle de oldu.
O gün gururlu ve mağrur bir şekilde etrafıma topladığım arkadaşlarıma Davulcu Hacı Ağa’yı anlatmaya başladım. Hacı Ağa köşe başında durmuş bütün heybeti ile davulunu dövüyordu. O kadar karizmatikti ki ya uzaydan gelmiş olmalıydı ya da masal veya destanlardan çıkmış oracığa dikilivermişti. Zifiri karanlık içindeki sokağın köşesindeki lamba sanki sadece onu aydınlatmak için dikilmişti. Hacı Ağa davulunu dövdü dövdü bir müddet sonra gölge halinde sokağın diğer ucuna doğru yürümeye başladı. Karanlıkta davulunun sesi ile birlikte kaybolup gitti.
Kadir Gecesi, Arefe Günü derken Ramazan çabucak bitivermişti. Ramazanın bitimiyle birlikte biz çocukların iftarda ezan dinlemek gibi bazı görevleri de sona eriyordu. Rahmetli babam mahallenin imamı ezanı birkaç saniye geç okuyor diye sinirlenir, balkonda ezan dinlememizi isterdi. Diğer mahallelerden duyduğumuz ilk ezan sesiyle “okundu okundu” çığlıklarıyla sofraya koşardık. O ne tatlı telaştı.
Bütün telaşlar bitmiş, Ramazan Bayramına ulaşmıştık. Yukarı Develi Ulu Camiinde Bayram Namazı kılındı. Ne büyük bir kalabalıktı, sanki bütün Develi oradaydı. Hatta İstanbul, Ankara gibi yerlerde bulunan bütün Develililer de orada toplanmışlardı. Çıkışta bayramlaşıldı, ahirete irtihal etmiş olan büyüklerin mezarları ziyaret edildi. Daha sonra Aşağı Everek Oruza Mahallesindeki evimize geri döndük. Sanırım kuşluk vakti olmuştu. Birden davul sesiyle irkildim. Hızla kapıya koştum. Kapıdaki, Davulcu Hacı Ağadan başkası değildi. Elinde davulu yanı başında benim yaşlarımda olan, bütün çabalarıma rağmen adını hatırlayamadığım oğlu, oğlunun yedeğinde üzerinde heybesi olan eşeği vardı. Hacı Ağa Ramazanda çaldığı ellik davulunun karşılığını almaya gelmişti. Heybesindeki torbalara un ve bulgur, oğlunun elindeki bakır tencereye birkaç kaşık yağ koyduk. Meğer Ramazan davulu çocukların rızkını kazanmak için çalınırmış. Hacı Ağa ve oğlu Halil birden Halil deyiverdim sanırım oğlunun adı Halil’di bir başka kapıya yöneldiler. Bu kez Hacı Ağa’yı pek bir yorgun görmüştüm. Sekiz köşeli şapkasının kekmesini kaldırmış, kalın kaşlarının altındaki gözleri solmuş, yüzündeki yaşlılık çizgileri iyice belirginleşmişti. Ellikte köşenin başında davulunu döven Hacı Ağadan eser yoktu. Sanırım onu karizmatik yapan gecenin bir yarısında ellik vaktinde davul çalmaktı.
Yakın zamanlara kadar “Ah… Nerede o eski Ramazanlar…” ifadesiyle başlayan sözlere pek itibar etmez aslında değişen bir şeyin olmadığını düşünürdüm. “Nerede o eski Ramazanlar” diyenler bana göre geçmişe duydukları bir özlemle çocukluklarını veya gençliklerini yâd ediyorlardı. Şimdiki nesiller de belki de yirmi beş-otuz yıl sonra aynı sözü tekrarlayacaklardı. Bu düşüncemde yanıldığımı fark ettim. Ramazanın ilk gününde cep telefonumun saatini sahur vaktine ayarlayarak birazda erken bir vakitte sahura kalktım. Bir müddet sonra sokaktan davul sesi duyuldu. Yıllar öncesine giderek sahurda Davulcu Hacı Ağa’yı görmek için duyduğum heyecanı hissettim. Çok sevineceğini düşünerek oğlumu uyandırdım. Pencereden birlikte davulcuya baktık. Bir süre sonra sıkıldı, çabucak sofraya yöneldi. Davulcu hiç ilgisini çekmemişti. Ertesi gün kapı çaldı. Oğlumun arkadaşı Ömer, Ben Ten’li tişörtünü giymiş, elinde Pokemon ve bakuganları ile bize geldi, oğlumla birlikte Pokemon ve bakuganları ile oynamaya başladılar. Oğlum, arkadaşı Ömer’e sahurda gördüğü davulcudan hiç bahsetmedi. Galiba çok şeyler değişiyor. Sanal kahramanlar o kadar çok ki şimdiki çocuklar ramazan davulcusunu kahramanlaştırmaya gerek duymuyorlar.
“Ahh… Nerede o eski Ramazanlar…”
Mehmet SÜME
1990 ların başı idi.. Mübarek Ramazan teravih çıkışı kardesim geldi.Elinde tepsi bana abime ve babama kaymak sattı.. Aldığı parayı sayarken ara sıra yediği sermayeyi siliyordu..Şimdi ne o kaymak satan çocuklar ne de onlara harçlık verenler kaldi..18 yaşındaki oğlumuzu bakkala kmeğe gönderirken becerebilirmi diye düşündüğümüz günlere kaldık.. O güzel günleri anlatan nefis bir yazı olmuş emeğinize sağlık.. hayırlı ramazanlar..