Töreli Yazılar

Süleyman Ârif Bey ve Namaza Dair

Orhan ALİMOĞLU

Süleyman Ârif Bey ve Namaza Dair

(1923- 21 Temmuz 2019)

Orhan ALİMOĞLU

Süleyman Ârif Emre merhumu, bir zaman Devlet Bakanlığı ve TBMM Başkanvekilliği yaptığı için, hele hele merhum Osman Yüksel Serdengeçti Ağabey’in fahri daimi avukatı olması ve şairliği sebebiyle biraz daha biliyorduk. Çok zeki, gayet nüktedan halim selim bir zat-ı şerif olduğu kanaatine sahiptik. Ancak 2024 yılı başlarında Kitap Dünyası’nca neşredilmiş “Namazın Hayati Özellikleri” adlı eserini görünce bunu okumalıyız dedik. Çünkü Süleyman Ârif Bey, fuzuli kelâm etmez, ismiyle müsemma bir zat imiş.

Fakat okuma sırası biraz geç geldi ama başlayınca anladık ki, muhterem Bakan hakikaten âriftir. Bitmesin diye gayet yavaş ve zevke okuyoruz. 143 sayfalık kitabı daha bitiremedik. “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayan kitabın önsözündeki şu satırlar ziyadesiyle fikir veriyor:

“Peygamber efendimiz ilimlerin yazıyla tesbit edilmesini emretmişlerdir. Çünkü ilim şahısların değil, bütün insanlığın olmalıdır. Bütün insanlığın istifadesine sunulması bizler için kaçınılmaz bir vazifedir. Bir İslam alimine sormuşlar, eğer yarın öleceğini bilseydin o ana kadar ne yapardın demişler, cevap olarak öğrenirdim, öğretirdim buyurmuş. Yine peygamber efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde, alimlerin mürekkebinin Allah indinde şehitlerin kanından daha makbul olduğunu haber vermişlerdir. Bu bakımdan herkes bildiği ölçüde bildiklerini yazıya dökerek ilim pazarında, ilim alışverişine girişmeli bu konuda vazifesini yapmalıdır. Bu ve buna benzer emirlerin ışığı altında namazın hayâti özellikleri hakkında öğrendiklerimi veya tatbikat neticesinde edindiğim tecrübelerimin ortaya çıkardığı neticeleri bir kitapta toplamaya karar verdim”. (s. 7)

***

Süleyman Ârif Bey’in ârifane, zarifane, edibane kaleme aldığı bu müfid ve muhtasar eserinden bi-haber olanlara, zevkiyâb ve feyizyab olmaları için ondan nakiller yapacağız.

“1- İçtimai bakımdan: Dîn bir içtimâi harekettir. Cemiyetin bütün fertleriyle birlikte yapılan bir eğitim, bir yüceliş, bir Allah’a yaklaşma cehdidir. Ferdi olarak da ibâdet yapılması, dinin emirlerinin yerine getirilmesi kaçınılmaz bir vecibedir. Fakat Müslümanlık cemiyetleşmeyi ve daha doğrusu cemaatleşmeyi ön planda tutmuştur. İslam cemaatleşmeye o kadar ehemmiyet vermiştir ki namazın her rekatında okuduğunuz Fatiha Suresi bile cem’i edâtıyla inzâl edilmiştir. Fatiha’da tek başına namaz kılarken de “Ancak sana ibâdet ederiz. Ancak senden yardım dileriz” diyerek Müslümanları cemaat olarak bir bütün saymış oluyoruz. Bu Allah’ın iradesinin ve emrinin gereğidir. İslam’da asl olan ferden, yani kişisel olarak Allah’a yönelmek olsaydı Fatiha (çoğulcu, cemaat adına dua) meâlinde inmezdi.

Asr-ı saadette ve onu takip eden uzun zamanlar boyunca câmiler, sadece cemaatle namaz kılınarak arkasından, başka bir iş yapmadan dağılarak gidilen yerlerden ibâret değildi. Câmiler ve câmilerde buluşma, aynı zamanda o mahalle veya beldedeki insanların veya o şehir insanlarının her türlü dayanışmayı ve yardımlaşmayı gerektiren işlerde, birbirlerinin, içerisinde bulunduğu dert ve ihtiyaçları öğrendikleri, gerekli yardımlaşmayı gerçekleştirdikleri, saygı ve sevgi bağlarını daha fazla kuvvetlendirdikleri birer mihrak (odak) hâlindeydi. Osmanlı devrinde ecdâdımız câmileri birer ilim ve kültür merkezi, birer üniversite olarak maksadına uygun şekillerde değerlendirmiştir. Hatta ilk Osmanlı padişahlarından bazıları devleti câmilerinden idâre etmiştir”. (s. 10, 11, 12)

***

“Öyleyse batılı ilim adamlarının kriterleriyle bile ölçüldüğü takdirde İslâm’ın ve namazın getirdiği fiili cemiyetleşme ve cemaatleşme hareketi seviyesinde insanları kaynaştıran ve medenileştiren bir organizasyon düşünülemez. Ancak bu neticenin hâsıl olabilmesi için câmileri ve çevrelerini yeniden tanzim ederek hem dünyevi ve hem uhrevi, dayanışma ve kaynaşma mihrakı (odağı) hâline getirmek zorundayız.

Elbette ki câmide birbiriyle karşılaşan, birlikte secde-i Rahmânâ varan mü’minler arasında başka bir yakınlık, daha kuvvetli bir sevgi bağı ve kardeşlik doğar. Birbirine karşı güven artar ve bu güven sayesinde başka topluluklarda emsali görülmeyen bir birleşme ve bütünleşme olayı gerçekleşir.

Aynı zamandan câmide cemaatle kılınan namazda zengin, fakir, güçlü, zayıf, rütbeli, rütbesiz ayrımı gözetmeksizin herkes geliş sırasına göre yanyana saf bağladığı için, herkes aynı Rabba berâberce secde ettiği için, cemiyet fertleri arasındaki fâni ve sun’i farklar, geçici ve zâhiri mesafeleşmeler aşılır ve böylece din kardeşliğine engel olan tereddütler ortadan kalkar ve; “İnne ekremeküm indallâhi etkâküm” (Hucurat suresi ayet 13) Âyetinin sırrı tecelli eder. Şüphesiz Allah’ın katında en kıymetli (en değerli) olanınız en takva olanınızdır. Meâlindeki bu âyetin tesiri, cemaat üzerinde ve fertler arasında hayâta geçmiş olur. Allah indinde kulluk mertebesi ve haysiyeti itibariyle eşitlik tatbikatta fiilen yaşanmış, gerçekleşmiş olur. İnsan Hakları diye diye batılıların sözünü ettiği ve fakat uygulamasından uzak kaldıkları fâzilet tecelli eder”. (s. 13-14)

***

“Sürüden ayrılanı kurt kapar. İşte yeni siyonist ve haçlı güruhu kurt sürüleri gibi saldırarak bizim kuzularımızı Bosna Hersek’ten, Azerbaycan’dan başlayarak yemeye başlamıştır bile. Bu konuda daha fazla gecikme ve ihmal gösterilmesi bütün İslâm ülkelerinin sırasıyla Bosna Hersek gibi ülkelerin durumuna düşmesi veya düşürülmesi faciasını karşımıza çıkaracaktır. İslâm’ın karşısında olanlar, kıt’a çapında bütünleşmeye giderken İslâm ülkelerini tam tersine vilâyetler çapında küçük devletçiklere bölmeye, kolayca yenilir yutulur lokmalar haline getirmeye başlamışlardır. Bütün bunlar başımıza, namazın temel nizamlarıyla da teyid olunan, İslâm’ın temel esaslarından uzaklaşmış olmamızdan dolayı gelmektedir”.  (s. 17-18)

***

“Kâinatın ve insanlığın tarihi, Fatiha’nın başından başlayarak, “Maliki yevmiddin” âyetine kadar veciz bir şekilde anlatılmıştır demiştik.” İyya kena’budu” âyeti ile ise ibâdet eden bir kulun dünya hayatından başlayarak ölüm, öldükten sonra dirilmek, mahkeme-i kübrâda hesab vermek, cennet, cehennem ile nihayetlenecek geleceği hakkında adeta tarih sırasına göre yapılmış bir açıklama ile karşılaşıyoruz. Bu dünyadaki hayâtımızda “Ya rabbi ancak sana ibâdet ederiz” demiş olmakla, insan hayatının ve yaratılışının esas gayesinin Allah’a ibâdet olduğunu hem kabul ediyor ve hem de bu yolda olacağımıza söz vermiş oluyoruz.

“Ancak senden yardım isteriz” diyerek, hem Allah’ın hâkimi mutlak ve hem bir olduğunu teyid ediyoruz ve hem de Allah’ın yardımı olamadan vazifemizi, sadece nefsimizin gayretiyle yapamayacağımızı belirtiyor, yardım istiyoruz. Bu âyetlerdeki ölçüler içerisinde aynı zamanda dünya hayâtımızda yapacağımız, yapmaya niyetleneceğimiz ister uhrevi ister dünyevi olsun, başarıya ulaşmamızın bütün sırları ve hikmetleri mevcuttur.

Bir kere, bütün işlerin ibâdet kastıyla yapılması gerektiğine işaret edilmiştir. Dünyaya aitmiş gibi gözüken işlerde de mutlaka Allah rızası için hareket etmek gereği vurgulanmaktadır. Böyle olduğuna göre ibâdet kavramına ters düşen ve dolayısıyla insanı Allah rızasından uzaklaştıran işlerden uzaklaşmak icab ettiği belirtilmiş oluyor.

Üçüncü olarak ibâdetin ve ibâdet kasdıyla yapılan dünyevi işlerin bütün Müslümanların iştirakiyle, cemiyet hâlinde yapılması gereği veya böyle yapılırsa daha hayırlı olacağı gerçeği, ortaya konulmaktadır. Çünkü âyette cem’i edatı kullanılmıştır. Ancak sana kulluk ederim, ancak senden yardım isterim denilmemiş, ancak sana kulluk ederiz, ancak senden yardım dileriz, diye çoğulcu bir ifadeye yer verilmiştir. Bu hikmete başka bir münasebetle yukarıda da temas etmiştik. Böyle olunca cemiyet halinde yapılan her işin sevâbının ve bereketinin tek olarak yapılan işlere nazaran en az 27 kat fazla olacağını hatırlatmıştık”. (s. 80-81)

***

“Ve yine buna ilaveten zamanımızda eriştiğimiz alim, fazıl, zahid kişilerin ve mazannadan (büyük bilinenler) olan veli olduklarına, mürşid olduklarına muhakkak nazarıyle bakılan kâmil kimselerin sohbetlerine ve meclislerine de devam etmek lüzum ve zarureti, Fatiha’yı şerifin “En’amte” ibaresinde bizlere işaret edilmiştir. Çünkü Cenabı hakkın veliy kulları onun nimetine erenlerden biri olarak örnek ve kâmil insanlardır. Onların ilim, irfan ve feyzinden yararlanmamız gerekir. Fatiha’daki EN’AMTE kavramında bu manalara işaret vardır. Elbetteki bir mürşid’i kâmile erişmek büyük bir nimettir. Çünkü o Peygamber Efendimizin ahlâkıyla ahlaklanmak için yaptığı tatbikatlarda başarıya ulaşmıştır. Peygamber Efendimizin asr-ı saadetteki örnekliliğini, şahsında zamanımıza taşımıştır. Tâbi caizse o güneşin ışığını bize günümüzde yansıtan bir ayna gibidir. Çünkü o bu yolun başından sonuna kadar her merhalesini görmüş geçirmiştir. Kur’an ahlakıyla ahlaklandığı için, Allah’tan bize uzatılmış olan bir iptir. Allah’ın ipine sıkı sarılmak yine Kur’an emridir.

Nimetler nihâyetsizdir. Bu kavram içerisinde dünya nimetleri de vardır, ahiret nimetleri de vardır. Diyelim ki bir kuluna Cenab-ı Hakk bol bol dünya nimeti vermiştir. Bu kimsenin şükrünü edada kusur etmemesi gerekir. O nimet yüzünden ne oldum delisi olmaması, verilen nimetleri Allah’ın rızasına uygun kullanması, âhireti unutmaması nimetleri israf ederek, kötüye kullanılmaması onun dikkat edeceği hususlardandır. Bu yapılmazsa gazaba uğrayanlardan, delâlete düşenlerden olmak gibi bir âkibetle karşılaşmak mümkündür.

Dünyada insanın erişebileceği nimetler arasında nefis mücadelesi ile mânevî mertebeleri idrak etmesi veya kerametlere ermesi gibi nimetler de vardır. Her ne kadar bu mertebelere erişmek, sapkınlıktan uzak olmak manasına gelirse de büyük ve manen güçlü olmanın da daha çetin imtihanları davet edeceği bilinmelidir. Bu imtihanlardan başarı ile geçilmez ise o türlü nimetlerden sonra bile Allah göstermesin gazaba uğramak delalete düşmek tehlikesi baş gösterebilir.

Fatiha-i Şerifin meâlini ele alırken başlangıçta da temas ettiğimiz gibi, Fatiha Kur’an-ı Kerimin sırlarının kesif bir ilâhi ifade ile hülasasıdır. İnsanlığa ebedi yolculuğunda doğru yolu gösterir. İnsanın dünya ve âhiret hayâtını bir uzay yolculuğuna benzetirsek, bu çok uzun ve tehlikelerle dolu olan yolculuğun başarıyla devam etmesi ve hedefine ulaşması için yörüngesinden sapmaması gerekir. İnsanın irâde-i cüziyesi ve insan nefsi ise hatadan kusurdan salim değildir. Öyleyse ne yapmak lazım. Sürekli olarak yörüngeyi ufak tefek veya büyük sapmalar olması hâlinde düzeltmek, (tashih etmek) gerekir. İşte namazlarda en çok okunan, en az günde kırk kere tekrarlanan Fatiha bu düzenlemeyi devamlı olarak yapar ve bize yaptırır. Hem mânâsıyla hem lafzıyla ve hem de kalbimize, ruhumuza nefhettiği ilâhi feyiz ve zevklerle bizi hayâtın hemen her safhasında doğru yola getirir ve getirdiğini de zevkimizde iz’anımızda bizlere belli eder. Bu bakımdan namazda bilhassa Fatiha’nın mânâsını bilerek okumak gerekir”. (s. 89, 90, 91)

***

“Üçüncü olarak; ‘ettehiyyaâtü, gerek kul ile halık arasındaki gerekse kulların birbiri arasındaki konuşmanın şekil ve adabı hakkında incelikleri içine almıştır. Öyle ki Peygamber efendimiz hitabında ne söylemişse, Cenab-ı Hakk cevabında kelimesi kelimesine karşılığını beyan buyurmuş habibinin tesbih, sena ve şükrünün mükafatını indirmiştir. Mesela: Peygamber efendimiz “Ettehiyyatü” lillahi (dil ile yapılan ibâdetler Allah’adır) tevcihine cevap olarak Cenabı Hakk: “Esselâmü aleyke” dünya ahiret selamı, selameti ürüne olsun tevcihinde bulunmuştur.

Peygamber efendimizin; “Vessalavatü” kelimesine cevab olarak Cenab-ı Hakk; “Verahmetullahi” cevabını vermiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun buyurarak salavat ibâdetine ve bilhassa namaza karşılık rahmete müstehak olunacağı belirtilmiştir. Peygamber efendimizin; “Vetteyyibatü” kelimesine karşılık olarak Cenab-ı Hakk; “ve berekatühü” cevabında bulunmuştur. Yâni helal mallarla yapılan ibâdetlere karşılık olarak da hayâta ve mallara bereket düşürüleceği te’yid olunmuştur.

Demek ki bir kimse bir başka kimseye ne söylemişse cevabın o sözlere karşı, mümkünse eşit ölçülerde olması ve söylenenlerin hiçbirisinin cevabsız bırakılmaması, bütün konuşmalarda riâyet edilmesi gereken edep ve nezaket kurallarındandır. Bu âdâbı bize Cenab-ı Hakk öğretmektedir. Bu öğretiye ilâveten yukarıda da temas ettiğimiz gibi, Allah sadece cevab değil, mükafat dahi vermektedir. Ziyaretçisine, misafirine ihsanda bulunmaktadır. Üluhiyyetinin icabını, şanına yakışanı yapmaktadır.

Bu durumda Peygamber Efendimiz de Peygamberliğinin şanına yakışanı yapmakta, Âlemlere rahmet olma faziletinin gereğini yerine getirmekte ve kendisine inzâl olunan selâmı, rahmeti ve berekâtı ümmeti Muhammede derece derece dağıtmak ve yaymak üzere salih kullara tevcih etmektedir; “Esselamü aleynâ ve alâ ibadillahissalihin” demektedir. Bundan sonra ettehiyyatünün son cümlesi gelmektedir. Bu cümle kelime-i şehâdettir; “Eşhedüenla ilaheillallah, Ve eşhedüenne Muhammeden abdühü ve rasuluühu” denilmektedir. Bu şehâdet, Cenab-ı Hakk’ın Peygamber efendimizin bütün insanların, cinlerin ve meleklerin katıldığı bir teyid ve tasdiktir. Bu teyid ve tasdikin mirâcın gaye-i kemâli olan buluşmadan sonra ettehiyyatüde yer almış olması, İmanın kemalinin de bu ilâhi buluşma ile tamamlandığının ve zirveye çıktığının bir işareti olarak kabul edilmelidir.

Bu niçin böyledir? Çünkü peygamber efendimizi Cenab-ı Hakk huzûra kabul buyurmuştur. Ve de O’na huzurunda “Ya eyyühennebi” diye hitab etmiştir. Ve O’na ümmetine dağıtsın diye rahmet kapılarını açmıştır.  Bu ulvi tecelli Hakkalyakın mertebesinde olan bir olaydır”. (s. 98, 99, 100)

***

Bize ilkokulda İslam’ın şartlarını savm-salat haccile -zekat, kelime-i şehadet diye öğretmişlerdi. Ecdadımız da böyle kelâmları vezinli, kafiyeli, şiirli söyleme kaidesi var. Bir büyük vefat eder, mezar taşına bir beyitle tarih düşülür, bir çocuk doğar, bir zafer kazanılır aynı şekilde beyitler kıtalarla kayda geçirilir. Yukarıdaki “salât-ı daimun” (devamlı namaz hâli) namaz demektir. Namaz konusunda çok eser vardır. Ama çoğu birbirinin aynısıdır.

Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun olan Süleyman Ârif Bey’in Suların Şarkısı, Aşkın Aşkı adlı iki şiir kitabı ile Siyasette 35 yıl adlı 3 ciltlik hatıratı yayınlanmıştır. Örnek olarak iki şiirini de aşağıya kaydediyoruz:

“bu beden her mihnete her belaya katlanır
lakin maksat ne olmaktır ne ölmektir ne solmaktır
maksat olmaksa demiştin
olmak onu bulmaktır”

***

Kan tutar sen her bakışta kastedersen cânıma
Yâremi sar melhem ol da akmasın kânım benim

Ârif Emre her ne etse râzıdır fermânına
Sahibimsin hem efendim hemde sultânım benim

S. Ârif Bey merhumun eseri farklı bir tarza ve tefekküre istinad etmektedir. Rastlayanların temin edip zevkyâb ve feyizyab olmaları tavsiye edilir. Merhuma, Osman Yüksel Serdengeçti’ye ve sevdiklerine rahmet ve mağfiret niyaz ederken, günümüz yazarlarının da böyle, sıkıcı değil akıcı feyyaz eserlerin çoğalmasını ümit ve temenni ederiz. (02.10.2024)

Orhan Alimoğlu

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu