TEKÂMÜLÜ TERK EYLEME
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben kimsenin kölesi değilim.
İsmet Özel
Hayra evrilmesi gerekirken şerre devrilen bir dünyanın göbeğinde olup bitenleri görmemek için biteviye kaçış halindeyiz. Neden hayra evrilmesi gerekir ki? Çünkü ilâhi hitâba muhâtap olan insandan beklenen bu. Akıntıya karşı koymak, şeytanın tuzaklarını bozmak. Mazlumun yanında zâlimin karşısında durmak.
Bizler asimile olmak ilmeğini boyunlarımızda madalya gibi taşıyoruz. Celladına aşk nağmeleri dizenimiz çok. Sınâî olma tekamülü ile yola çıkmış ama yolda sun’îliğe evrilmiş. Çarklar, dişliler işlerken teknik olarak hiçbir sıkıntı yoktu ama tekerlek de dönmüyordu sanki. Başta mekanik gibi gözüken bu durum neşet ettiği toprakların kültürünü ve zihni alt yapısını da değiştirdi. İlmek sahipleri mânâyı açtıkları derin çukurlara gömmek, üzerine de maddenin mâbedini inşâ etmek istediler. O dünya da bilim putu hikmete diş bilemekte buldu kendini.
Bu gavur dünyada milletimiz kendine has keyfiyetini makinelerin kemiyetine kurban vermeseydi iyiydi. Sınâî olmak ideali ile yola çıkan devrimin bacasından çıkan duman boğazlarımızı yaktı. Halbuki iyiydi ağrısız başımız azıcık aşımızla tüten ocaklarımız. Sanâyi devriminden, ucuz iş gücünden, yavaş yavaş evinden, yerliliğinden, yerinden ve yurdundan edilen bizler evin yolunu arıyoruz hâlen. Sekerât halindeyiz. Ağzı duâlı nefeslerin yerine fabrika dumanı ile inşirah bulmaya çalışıyoruz. Kimimiz salt maddenin kimimiz salt mânânın tarafında. Kimimiz alkış tuttu kimimiz karşı durdu âdeta nefsi ile nefesi arasında grev yaparcasına. Tabi grev kırıcılar, ekmeğini veren kirli elden emir almış olacaklar ki avuçları patlayana kadar alkışladılar sahiplerini ve kendilerini sahiplenenleri. Akıntıya karşı koyamayacaklarından, dünya nereye gidiyorsa orayı kıble belleyeceklerinden, “ânı yaşamanın” konforundan bahsettiler. Sonra ellerine aldıkları sesi kulakları tırmalayan hoparlörleri ile avazları çıktığı kadar bağırdılar. “Değişmeyen tek şey değişimdir!” diye. Elimizde ne varsa değiştirmemiz gerektiğini söylediler. Kilimlerimiz halılarla, evlerimiz betonlarla, atlarımız arabalarla değişti. Tövbemiz isyanla, ünsiyetimiz nisyanla, helâlimiz haram ile değişti. Öyle değişti ki tedricen, hiç anlamadık ne zaman ve niceden. “Cumâmız pazar oldu, ne olduysa bize hep azar azar oldu.” Tüm bu değişenlerin tam ortasında tabi ki insan vardı. Yeryüzünü îmar ederek ancak mâmur olacağı bilincinde olan ve imar edilmiş en güzel makâma ulaşması beklenen insan. “Birbirinin kurdu değil yurdu olan insan.” Peygamberlerin meşâlesi ardınca sâbit kadem kalabilen insan. Hâsılı “mukaddes yüke hamallığı” Karunların hazinelerine yeğleyen insan. Bu değişim ve dönüşüme karşı sesleri yükselen insanların sesi kısıldı. Kimisi sürgün edildi. Kimisi yasaların yassı urganları ile asıldı. An geldi âkıbetler hayroldu. Hayr oldu çünkü saf olmak, sâfiyane kalabilmek, Hakkın yanında küfrün karşısında durabilmek önemliydi.
Bu Âdem ile Havva’dan, Hâbil ile Kâbil’den bize tevârüs eden bir emânet. Hakkın yanında olacaksan ateşlere atılmayı, kuyularda kalakalmayı göze alacaksın.
E geriye mi dönelim? Evet mümkünse kal-ü belaya kadar gidelim de verdiğimiz ahdi yeniden yenileyelim. Geçmişi gelecekle harmanlamak. Onu Türk tarihi ile damgalamak. Gelen-ek için kalkan olup onunla kalkınmak.
Teklifimiz, gelenin keyfi için geçmişe sövmeyen tekâmülden yana.
Hâsılı kemâle ermek için başka yol yok. “Allah’ım ayaklarımızı dinin üzere sabit kıl” duası ile durduğumuz yeri ve geldiğimiz yeri unutmadan, umut aşılamaya devam edeceğiz. Ye’se kapılmak yok. Her dem savaşın sıcaklığı ve köpeklerin salyaları arasında “adamlarımız yiğit, kadınlarımız hamarat, çocuklarımız dolu bilinç harmanı” olmak zorunda.
Tarih gösterdi ki nice azınlık topluluk, çoğunluğa galebe çalmış. Seherler, sabahlar yeni bir çağa gebe unutma!
Unutma!
“Sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde.”
Mustafa Yakışır