DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Beşer ~ Beşâret Kelimelerine Dâir

Töreli İştikâk - 60

TÖRELİ İŞTİKÂK – 60

Beşer ~ Beşâret Kelimelerine Dâir

Töreli türeyiş nazariyâtı dâiresindeki insan tasavvuru, Hazret-i Muhammed –sallallâhu aleyhi ve sellem– efendimizi ebu’l-ervâh yâni “rûhların atası”, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm– atamızı ise ebu’l-eşbâh yâni “cisimlerin/bedenlerin atası saymaktadır… Buna göre denilebilir ki, Âdem atamızın rûhu Peygamber efendimizin rûhundan, Peygamber efendimizin bedeni de Âdem atamızın bedeninden türemiştir… Dolayısıyla, beşeriyyetin rûhen atası Hazret-i Muhammed ise, cismen ve bedenen atası da Hazret-i Âdem’dir… Aynı zamanda onlar, bizâtihî iki büyük müjdedirler…

Töreli iştikâk ameliyesinin, –tıpkı bunun gibi– varlığın ve insanlığın şeceresine dâir kavramlar ve kelimeler etrâfında teşekkül etmesiyle, hakîkî mâhiyetini de kavradığını ve hissettirdiğini söylemek mümkündür…  Bu iştikâk denemesi de yine bu mevzû üzerinedir ve b(â)-ş(în)-r(â) harflerinden müteşekkil üçlü masdardan türemiş bâzı kelimeler etrâfında cereyân edecektir…

Beşer, “Âdem, insan; insan türü; âdemoğlu, insânoğlu” demektir…

Beşâret, “sevinç haberi; sevindirici, güzel ve iyi haber; muştu, müjde” anlamlarındadır…

Mes’elenin daha da açılabilmesi ve yorumlanabilmesi için, bu kelimelerden türemiş şu iki sıfat-isimden de mutlakâ zikredilmesi gerekmektedir:

Beşîr, “muştucu, müjdeci beşer; sevinç getiren insan” anlamlarına gelmekle birlikte, Hazret-i Muhammed’in Kur’ân kaynaklı sıfat-isimlerinden de birisidir… Onunla birlikte, Beşîr, ona nâzil olan ve onun teblîğ ettiği Kur’ân’ın da sıfat-isimlerinden birisidir (Fussilet / 4)…

Mübeşşir, “muştu veren, müjde getiren beşer; beşâret veren insan; getirdiği güzel ve iyi haberle sevindiren kimse” anlamlarında, Hazret-i Muhammed’in Kur’ân kaynaklı sıfat-isimlerinden birisidir…

Beşer, bizâtihî beşârettir, beşâretin de beşîrin de tâ kendisidir… Beşer, beşâretin insan hâlidir… Beşer, varlığıyla kâinattaki diğer varlık türlerine bir beşârettir ve diğer mevcûdâta beşâret verendir… Beşer, beşâretin te’mînâtıdır; zîrâ, beşâret ancak bir beşerle imkân sâhasına inebilir, mümkün olabilir…

Beşâret, beşerin en tözel vasfı ve en aslî sıfatıdır; ancak beşâret verebilen mahlûk yâhut varlık, beşeriyyet ya da beşerlik vasfını taşıyabilir… Beşâret, ancak bir beşerde tecellî ve tezâhür edebilen ve de ancak bir beşerle kâim ve dâim olabilen bir cevherdir… Beşâret, beşerin var oluş, var kılınış ve varlık sebebidir; zîrâ, beşer, diğer mevcûdâta beşâret getirmek ve beşâret vermek üzere yaratılmıştır…

Hazret-i Beşîr ve Mübeşşir -sallallâhu aleyhi ve sellem-

Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın rûhu, Rûh-ı Muhammedî, cümle rûhların cevheridir, atasıdır… O bereketli ilk rûh, Nûr-ı Muhammedî yâhut Hakîkat-ı Muhammediyye isimleriyle de müsemmâdır… O, beşeriyyetin tözü, cevheri ve rûhudur; beşeriyyet nûrunun doğup parladığı noktadır…

Hazret-i Muhammed, Beşîr’dir; yâni, beşeriyyetin en beşeri, beşerlerin en beşâretlisidir… O, beşâret sıfatının rûhudur; beşâret, beşerin bedenine onunla girmiştir… O, beşâret nûrudur; beşer, adem –yokluk– karanlığında iken onunla parlayıvermiştir… O, ilk beşer ve bir Beşîr olarak beşâretin tâ kendisidir; bütün mevcûdât onunla sevinmiştir…

Hazret-i Muhammed, Mübeşşir’dir; yâni, tüm mevcûdâtı beşeriyyetle muştulayan ve tüm kâinâtı bir beşerin –yâni insânın– müjdesiyle sevindirendir… O, Âdemiyyetin müjdeleyicisi, Hazret-i Âdem’in mübeşşiridir…

Hazret-i Muhammed, bir sözlü beşâret olan Kur’ân’ın muştulayıcısıdır; o, beşeriyyeti Hakk’ın kelâmı ve hakîkatın beyânı olan Kur’ân’la müjdeleyendir… O, Kur’ân’daki müjdeleri beşeriyyete teblîğ edip ulaştırandır…

Hazret-i Muhammed’in bu sıfat-isimleri, şu âyetlerle de te’yîd edilmiştir:

İnnâ erselnâke bi’l-hakkı beşîran ve nezîrâ… (Muhakkak, biz seni Hakk –ve hakîkat– ile müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik…)” (Bakara / 119; Fâtır / 24)…

Ve mâ erselnâke illâ mubeşşiran ve nezîrâ. (Biz seni, ancak bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.)” (Furkân / 56)…

İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ. (Muhakkak, biz seni bir şâhid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.)” (Ahzâb / 45; Fetih / 8)…

Bu son âyetten, ayrıca anlaşılmaktadır ki, Hazret-i Muhammed, beşeriyyetin yaratılışının ve var kılınışının da şâhididir… O, bütün fıtrat ve hilkat sürecinin yegâne beşerî şâhidi sayılır…

Ebu’l-Beşer -aleyhisselâm-

Evet..!

Rûhlarımızın atası Hazret-i Muhammed ise, bedenlerimizin atası da Hazret-i Âdem’dir… Allâh, melekût âleminin mahlûkâtı olan meleklere ve cinlere, yeryüzünde kendisine halîfe olarak takdîr ettiği beşeri, yâni Âdem’i yaratacağını âdetâ müjdeleyince, onlar bu habere sevinmemişler, bilakis –cehâletlerinin bir eseri olarak da– buna gerek olmadığını söylemişlerdi:

Ve iz kâle Rabbuke li’l-melâ’iketi innî câ‘ilun fi’l-arzı halîfeh kâlû e tec‘alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku’d-dimâ’ ve nahnu nusebbihu bi-hamdike ve nukaddisu lek kâle innî a‘lemu mâ lâ-ta‘lemûn. (Hani, Rabb’in meleklere –ve cinlere–  “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.” dediğinde, onlar da “Biz seni övgü ile tesbîh ve takdîs edip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” demişlerdi; Allâh da onlara “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurmuştu.)” (Bakara / 30)…

Aslî vazîfesi beşâretle tebşîr –müjdeleme ve sevindirme– olması gereken beşeriyyetin, bununla birlikte fesat çıkarma ve kan dökme hastalıklarıyla da mâlûl olduğu anlaşılmaktadır…

Melekût âlemine, beşerin babası olan Âdem’e secde etmeleri emredildiğinde de, melekler secde etmişlerdi, lâkin cinlerin hocası İblîs ise kibirlenerek bu emre isyân etmişti:

Ve iz kulnâ li’l-melâ’iketi’scudû li-Âdeme fe secedû illâ İblîs ebâ ve’stekbera ve kâne mine’l-kâfirîn. (Hani, biz meleklere –ve cinlere– “Âdem’e secde edin!” demiştik; İblîs hâriç hepsi secde ettiler; o, yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.)” (Bakara / 34)…

Beşerin, îman, itâat ve ibâdet gibi Rahmânî kâbiliyetleri bakımından rûhu ile meleklere; kibir, isyan ve küfür gibi şeytânî illetleri bakımından da nefsi ile İblîs’e ayna tuttuğunu söylemek mümkündür… Velhâsıl, beşeriyyet, Rahmân ile şeytân arasındaki bir alanda imtihan hâlindedir; ebedî beşâret, rûhunu Rahmân’a ayna kılanlaradır…

Beşerin babası olan Hazret-i Âdem, yeryüzündeki beşeriyyetin ve insâniyyetin bir beşâreti, bir müjdesidir… Onun –ve beşerin anası Havvâ’nın– yeryüzüne indirilişi ile insânoğlu türünün türeyip geleceği, mahlûkâtın mâdenler, bitkiler ve hayvanlar gibi diğer türlerine müjdelenmiş sayılır…

Ezcümle, bir beşîr olarak Hazret-i Muhammed, melekût âleminde Hazret-i Âdem’in yaratılacağının bir müjdecisidir; bir beşer olarak Hazret-i Âdem ise, kendi soyundan Hazret-i Muhammed’in de yeryüzüne geleceğinin bir muştusudur…

Müjde, bir oğlun oldu..!

Halk arasında babaların oğlan çocuğuyla müjdelenmesi, kız çocuğuyla müjdelenemeyeceği anlamına gelmemelidir… Maamâfih, bir babayı oğlan çocuğuyla müjdelemenin de hakîkat alanında töreli bir karşılığı ve ayrı bir yeri de vardır… Şöyle ki:

Allâh da, nebîsi ve halîli –dostu– olan Hazret-i İbrâhîm’i, –karısı Hâcer’den– bir oğlan çocuğu ile –yâni İsmâ‘îl ile– müjdelemişti:

Fe beşşernâhu bi-ğulâmin halîm. (Biz de ona –uslu ve– yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.)” (Sâffât / 101)…

Hazret-i Yûsuf kıssasında, küçük Yûsuf’u kuyuda bulan kervancıların sucusu ise, bu güzel oğlan çocuğunu büyük bir sevinçle karşılamış ve müjdeleyerek haber vermişti:

Kâle yâ buşrâ hâzâ ğulâm… (“Müjde müjde, işte bir oğlan..!” dedi…)” (Yûsuf / 19)…

Ayrıca, –erkek bir beşer olarak– Hazret-i Âdem’in melekût âlemine müjdelenmesi de bu minvalde değerlendirilebilir…

Ve Büşrâ…

Beşer ve beşâret kelimeleriyle kökteştir, büşrâ, hem beşer ve hem de beşârettir…

Büşrâ, hem beşerî-dünyevî beşârettir ve hem de ebedî-uhrevî saâdet müjdesidir:

Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn. Lehumu’l-buşrâ fi’l-hayâti’d-dunyâ ve fi’l-âhirah… (Onlar ki, îmân etmişler ve takvâya ermişlerdir; işte onlara, hem dünyâ hayâtında ve hem de âhirette müjde vardır…)” (Yûnus / 63-64)…

Kimi zaman bir isim ve kimi zaman da bir müjdeleme edâtı olarak, “müjde” anlamına gelen büşrâ, Arabî kâidelerine göre müennes bir kelime olması hasebiyle, kız çocuklarına isim olarak verilmektedir…

Büşrâ, belki Âdem Ata’mıza bir müjde olarak yaratılan Havvâ Ana’mızdır; belki de –yine bir müennes olan– dünyâ ile dünyâya âit olan sevindirici şeyler, müjdelerdir… Burada mutlakâ söylemek gerekir ki, dünyâ hayâtına dâir bu müjdeler içinde, kız çocukları da yer almaktadır, oğlan çocukları da… Zîrâ, buyurulmaktadır ki:

El-mâlu ve’l-benûne zînetu’l-hayâti’d-dunyâ… (Mâl –servet– ve oğullar –çocuklar-, dünyâ hayâtının süsüdür…)” (Kehf / 46)…

Şunu da ilâve etmelidir ki, “zînet” –süs– de müennestir…

***

“İnsan beşer, kuldur şaşar.” denmiş ya; şaşmayan kullara selâm olsun…

Allâh, cümlemizi beşerin aslını bilen ve beşeriyyetin usûlünü koruyan kullarından eylesin… Allâh, cümlemizi dünyevî ve ebedî beşâretlere mazhar olan kullarından eylesin… Âmîn…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu