
Huzur Medeniyeti
Mutluluğun da, kederin de bir asâleti olmalı, yâni sağlam ve değecek bir temeli bulunmalı.
İnsana huzur veren ya da hüzünlendiren her ne varsa, kişinin şahsiyeti ile mütenâsip olarak temâyüz eder.
Yazımızın başlığını “Huzur Medeniyeti“ diye seçtik. Sizler bunu “şükür” ve “teşekkür” medeniyeti olarak hayatınızın merkezine koyabilirsiniz.
Medeniyet nedir?
Medeniyet, erdemli davranışın vücut bulmuş hâlidir.
Medeniyet anlayışının bir kutsalı olmalı ve insanı ulvi değerlere yüceltebilmelidir.
Medeniyet; insanların yaşadıkları, geçimlerini sağladıkları, gurbet veya vatan dedikleri beldelerde, huzurun ve mutluluğun doya doya hissedildiği hayatın adıdır.
Konumuzu biraz daha derinleştirecek olursak;
Huzur ve medeniyet;
Yapılan iyiliğin, duyulan, hissedilen mutluluğun ilâhî hakikatlerin gülistan güzelliğinde, zarâfet ve letâfet eşliğinde, en nâdide râyihâların insanı kuşattığı, gönüllerin sevgi ikliminde dünya ve âb-ı hayata hazırlanabildiği hayat tarzıdır.
Medeniyet; her türlü farklı görüşlerin âdil bir düzende emniyet içerisinde hayatını yaşayabildiği, yaratanın aşkına yaratılanların huzur duyduğu, sevgi ve merhametin, adâlet ve emânetin neşv ü nemâ bulduğu anlayışın adıdır.
İnsan ile insan arasında fark olduğu gibi, huzur ve mutluluk arasında da fark vardır.
Kimi insan iyilik yapmaktan, mazlumlarla yol almaktan, adâletle yaşamaktan, Allah’a kul olmaktan hoşnûd olur, hayra yol bulur.
Kimi insan da başkasına yaptığı zülüm ve katliamdan mutluluk duyar, kendisini huzurlu hisseder. Madem ki güçlüyüm; bütün haklar benimdir anlayışıyla hareket ederek insanlığın felaketinden nemâlanır.
Benzer acı tabloların insanlık tarihinin her döneminde, insan veya devlet tarafından işlendiği bilinmektedir.
Geriye gitmektense günümüzde yaşanan Filistin halkına revâ görülen işkence ve katliamları, dünyanın bir bölümü hüzünle izlemekte, güçlü devletler kendi elleriyle kurdukları terör devletleri ve teröristlerle bu zulme ortak olmaktadır. Suriye de aynı zulümle yıllardır yüzyüzedir.
Orta Doğu, Asya, Afrika ve çoğunlukla İslam coğrafyasında yapılan zulümler; insan kalabilenler tarafından hüzünle izlenmektedir. acı örnekler çokça mevcuttur. Uygur/ Doğu Türkistan, Çin esâretinde zulüm görmektedir.
Dünya, Mehmet Akif Ersoy’un dediği üzere,
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” hâline bürünmüş durumda.
Rûhu olmayan “gelişmişlik” ve “kuvvet” medeniyet değildir.
Böyle durumda olan ülkeler güçlü olabilirler, ama “büyük” değillerdir. Zira, Büyük olmanın getirdiği asâlet, adâlet anlayışı güçlü ve gelişmiş ülkelerde görülmemektedir. İnsanlık alemi devletler ve şirketler eliyle yaban hayatına, orman kanunlarına evrilmektedir.
Bu sebepledir ki, yeryüzü güçlü ülkelerin işgâli ve esâreti altındadır.
Emperyalist ülkelerin, narsist ve hak yiyen zâlimlerin zenginliği ve mutluluğu; mâsum, mazlum insanların çilesinde, gözyaşında, dökülen kanları üzerinde yükselmektedir.
Şerre götüren her kazanç, her başarı ve duyulan huzur asla onurlu ve medenî değildir.
Hayırla gelen, iyilikle, cömertlikle, alınteriyle kazanılan, insanlığa hizmetle elde edilen maddî ve mânevî kazanç “medeniyettir.”
Medeniyetin olduğu toplumlarda huzur ve güven, alınteri ve emek her hak sahibine hak ettiği ölçüde ulaşır.
Bir toplumda, meselenin mesele olmaktan çıkıp “sâlih amel” derecesine inkişâf etmesi, gönüllere inşirâh vermesi medeniyetin rûhudur.
Sözü eğip bükmeden, suya sabuna dokunarak konuşmak gerekirse; vahyi esas almayan, dünya ve âhiret gerçeğini kavramayan insan topluluklarında medeniyetten bahsedemeyiz.
Kim şükreder? Kim medeniyet yolundan gider?
İyilik yapan, kanâatkâr olan, tevekkül eden, sabreden şükretmiş olur.
İnsan iyilik gördüğü birine teşekkür ederken Allah’a şükretmeyi unutmamalıdır. Zîrâ, her hayrın, her nimetin sâhibi Allah’tır.
Hâlden anlayan, haddini bilen, ahde vefakâr olan şükreder.
İnsanı şükre götüren her güzellik kulluktur, medeniyettir.
Bu erdemli hayat tarzı sâhibine kulluk tâcını giydirir, medeniyet zenginliğine erdirir.
Kimler şükreder?
Kibirlenmeyen, mal ve makam görünce haddini aşmayan, cümle nimetin ilk sahibini unutmayanların her tutumu şükürdür.
Hazreti Muhammed bir hadisinde şöyle buyurur:
“Gerçek zenginlik malın çokluğu değil, gönül zenginliğidir.”
İnsanlık ve kulluk gönül zenginliğinde yaşar. Medeniyet, gönlü güzel insanların halleri ile ete kemiğe bürünür.
Bir toplumda, bir ülkede ahlâk yoksa, adâlet, hak hukuk çiğneniyorsa, can ve mal emniyeti sağlanamıyorsa, emânet ve sadâkat anlayışı ihânete uğruyorsa, orada medeniyetten bahsedemeyiz.
Peki medeniyet bütün değer yargıların üzerinde mi?
Hayır!
Söylemek istediğimiz bu değil. Aksine, medeniyet; vahiy ve beşeri kaynaklı cümle güzelliklerin insan rûhunda tesis ettiği, cemiyete yansıttığı inanç ve ahlâkın kendisidir.
Bu ahlâk imandır, ibâdettir, iyiliktir, hayır hasenâttır, sevgidir, saygıdır, hoşgörüdür. Bu ahlâk; çalışmaktır, okumaktır, iki günü eşit olmamaktır, paylaşmaktır, zekâttır, sadâkadır.
Medeniyet güzeli bulmaktır. Güzele erince daha güzele yol almaktır. Daha güzel bulununca en güzelini aramaktır.
Medeniyet; mazlumu korumaktır, kul hakkı almamaktır, Müslim, gayrimüslim demeden hak yememektir.
Bu ahlak ve bu iman teslimiyeti; bir hususta karar vermeden önce vicdanın sesini dinlemek, “Allah ve Resûlü bu konuda ne der?” diye düşünebilmektir.
Her şükür medeniyettir, sevaptır, kul olmaktır, insanlar içinde gül olmaktır, cümle güzelliklere yol bulmaktır.
İnsan; sâhip olduğu maddi, mânevi ve bedeni nimetler karşısında Rabb’ine şükretmelidir.
Şükür ve teşekkür gerçeğini söyleyen ne güzel dile getirmiş. Allah râzı olsun.
İşte o şiir:
“İnsan mıdır çocuğum nimete şükretmeyen
Bir bardak soğuk suya bin teşekkür etmeyen
En küçük iyiliğe insan teşekkür eder
Sayısız nimetleri veren güce şükreder.”
Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanları uyararak şükretmelerini hatırlatıyor.
“… Kaliylen mâ teşkürûn– … Ne kadar az şükre diyorsunuz.” (Mülk, 23).
Bilmek lazım, okumak lazım, çalışmak lazım, paylaşmak lazım, hesâba inanmak lazım. Çünkü iman medeniyeti bunu gerektirir.
Ey insan! En küçük iyiliği, bir tebessümü, güzel bir sözü şükür vesilesi sayıp sevap yazan bir Rabb’in var. Yeryüzünde iyilik yap, adâletle merhametle yaşa. Allah var, Allah yâr.
Cümle cana gösterilen sevgi, saygı, merhamet, hoşgörü ve nezâketin yanında; yeryüzünün düzenini korumak, emânete sadâkattır ve şükrün nişânesidir. Bu yol insanı iman medeniyetine götürür.
İnsanları düşündürmek, onları yanlışlıklarından döndürmek için söylemek zorundayız.
İman olmadan şükür olmaz, medeniyet doğmaz. İnsanlık âleminin çektiği çile vahyin hakikatlerinden uzak yaşamasındandır.
Bilmek lazım!
İmandan uzaklaşan şeytana yaklaşır. Şeytanın medeniyeti, adâleti olur mu? Hayrın girmediği yere şer girer. Gerçek bu!
Huzur için iman medeniyetini kurmak gerekir.
İman edenlerin de garantisi yok, imanla yaşayıp imanla öleceklerinden!
Şu halde, imanı olmayanların durumu apaçık ortaya çıkmaktadır.
İman edenlerde bile şeytan cirit atıyor, günah turnuvaları, safarileri düzenliyor, çeşitli çekilişlerle amel defterlerine günah yazdırıyor.
İman medeniyeti yalnız kendini değil, herkesi kurtarmayı ibadet kabul ediyor. Karadeniz’in dalgaları gibi çırpınmamız bundandır.
İman medeniyetinde bolluk ve darlık, huzur ve keder şükretmeyi engellemez. Belâ ve mükâfatla yüzleşen kul; kaderinin bu safhasında imtihandan geçtiğini bilir. Sabır, kanâat, tevekkül ve şükür ile yoluna devam eder.
Kulluk medeniyeti ve huzur medeniyeti budur işte!
Aşk ile meşk ile, şükür ile yapılan her işin sonunda hayır vardır, huzur vardır, bereket vardır.
Eğer, huzursuzum diyorsan kalbini yokla. Gönül kapın kime açık, kime kapalı. Kalbin taş gibi mi, toprak gibi mi? Mâlum, taşa tohum ekilmez!
Ne hakikatli bir söz:
“Yaptığın hatâdan habersiz sanma, kara karıncayı gece gören var.”
İnsanın gönlündeki medeniyet, iman ve şükürden doğar.
Yeryüzünde hayatı kolaylaştıran icatlar, çeşit çeşit makineler, köprüler, kaleler, göz kamaştıran sanat eserleri, saraylar, köşkler inşa edilmiştir. Ancak bütün bunlar medeniyet için yeterli değildir.
Medeniyet aşktır, âb-ı hayattır. Medeniyet cennetin gölgesidir. Yeryüzünde İslâm Medeniyeti’nden başka da Medeniyet yoktur.
Olmayacaktır da!
Mustafa Arslanoğlu