Aygül Yıldırım UzunTöreli Yazılar

Susuzluk Değil Yanmışlığın

Aygül Yıldırım Uzun

İnsan fark edilmek, görünmek ve dahi bilinmek ister! Bu birazda fıtratından kaynaklıdır. “Görün, dinleyin, anlayın, az biraz da ruhuma, gönlüme yani bana bakın” diye seslenir. “Bakın, ben buradayım, hadi ama görmüyor mu hiç kimse beni? Görünmez mi oldum?” der. Bunu belki doğrudan dile getiremez, ama davranışlarıyla anlatır çoğu zaman.

Son yıllarda yaşadıklarımız bizi kendimizden uzaklaştırdı. Kimi zaman halimiz hal değil. “Bir ben var benden içeri” diyememenin hüznü mü bu, yoksa hırsı mı, bilemiyorum. Ama insan en çok da kendine yabancılaşıyor.

Kaybolmuş, korku ve heyecanla kanat çırpan minik bir serçe gibi kendi etrafında dönüp duruyormuşçasına bitmek bilmeyen bir telaş içerisindeyiz. Korkuyoruz, “Ya beni görmezse hiç kimse?” diye. “Duyun beni, hadi ama sesimi duymuyor musunuz? Çığlıklarımdan boğazım patlıyor.” Ve duyulmayan bu çığlıklar kimi zaman geri dönüp insanın içinde infilak ediyor.

Aslında şöyle bir bakınca etrafımız çok kalabalık. Ama biraz da kuru kalabalık. “Beni anlayan, dinleyen yok; ağlayabileceğim bir dost omuzu bile yok,” diye düşünüyor bu çağın insanı. Çünkü kimseye güvenemiyor, kimseye inanamıyor. “Eline bir koz veririm” diye korkuyor. Sırtındaki bıçakları, bir başına tek tek çıkarıp atmanın acısı dinmemiş; yaralarının izlerini görmek ise hep diri tutuyor, unutturmuyor yaşadıklarını.

Bir de isteyip de yaşayamadıkları var; gelip koca bir yumru gibi boğazına oturan ve yutkunamayıp onu boğan.

Kaçan hevesleri ve yıkılan hayalleriyle dalar gözleri uzaklara. Bir gün bir yerlerde yaşayacağının hayalini kurar her gece, bıkmadan usanmadan. Yaşamaya dair onu diri tutan umudu olur; elinden tutup ayağa kaldıran.

Yalnızız, hem de çok yalnız. Öyle olmasaydı, kendimizi elimizdeki telefonlara bu kadar kaptırır mıydık hiç? Arayışımız bıkmadan, usanmadan zerre sıkılmadan sürüyor. Bir ihtimal bulurum umuduyla, iki elimizin arasında tuttuğumuz o renkli ekranlara dalıyoruz. Vurgun yeme pahasına, en dibe çekiliyoruz. Bize benzeyen veya olmayı arzuladığımız “beni” bulmaya çabalıyoruz. Bilemiyoruz ve bilebilmenin bilinmezliği içinde debeleniyoruz. Ve insan kimi zaman ya da çoğu zaman görünür olmayı bu ekranlarda kendini görünür kılmakla başarabileceğini düşünüyor. Belki de bu sebeple her anını herkesler görsün istiyor. İlgi çekme arzusunun tatmin yolu artık bu mecralar oldu. Sosyal medya platformlarında ne kadar çok paylaşım yaparsa, o kadar insanların dikkatini çekebilirim fikriyle en güzel pozlarını, en özel anlarını paylaşıyor. Hatta önceleri mahrem diye nitelediklerini bile.

Hadi itiraf edelim; yıllar önce ayıplayıp şaşırdığımız pek çok şeyi artık elimizdeki telefonlar sayesinde normal kabul edip sıradanlaştırıyoruz. “Ama herkes yapıyor, ne olacak ki?” bahanesi, dillerde pelesenk olmuş. Ucu bucağı görünmeyen tavizleri verdikçe, bu bahaneye sığınıyoruz. Kanıksanan bir gerçek var: Taviz tavizi ve peşinden her zaman daha fazlasını getirir. Sonuç ortada…  Bir ”Like” uğruna neler neler oluyor şu alemin en sanalında.

Şöyle diyebilir miyiz acaba! Arayışlar içerisinde oradan oraya savrulurken yolunu şaşıran günümüz insanı, çölde görülen serap misali dili dışarıda koşuyor, susuzluk sandığı yanmışlığının peşinden. Kaybolan biz miyiz yoksa insanı insan yapan tüm değerler mi?

Salgın süreciyle başlayıp, aşırı bir hızla yayılan, tuhaf ve anlam veremediğimiz büyük bir değişimin içerisindeyiz.  Acıları görüyor, yaşıyor, üzülüyor ve eskisi kadar etkilenmiyoruz artık. Herhangi bir tesiri olmuyormuş gibi. Herkes böyle demiyorum elbette ki; ancak tarif edemediğim tuhaf bir donukluk hali var insanlarda. Toplu halde ruhsuz, soğuk robotlara dönüşmüş gibiyiz. Oysa daha önceleri yaşanan veya tanık olduğumuz pek çok olaydan etkilenerek şöyle kuvvetli bir silkelenir ve en azından kendimize biraz çeki düzen verirdik. Bu duyarsızlığın; felç olmuşçasına ruh hissizliğinin nasıl bir açıklaması olabilir ki? Ya her şey art arda geldi diye savunma mekanizması gelişti insanlarda ya da yediğimiz içtiğimiz bir şeyler bizi böyle yaptı. Yoksa izlediklerimiz mi? Son yıllarda ayyuka çıkan şiddetin pornografisi mi suçlu olan?

Sanırım elimizde  iki seçenek var. Gayya kuyusunda kalıp sahte dünyalarda ekran parlaklığıyla yaşamaya devam etmek. Yahut da hakikatin ipine sımsıkı sarılıp gerçek gün ışığına kavuşmak.

 

 


 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu