Bazı insanların korkuları vardır. Mesela kaybetmekten çok korkarlar. “Tabiat boşluk kabul etmez” kaidesi gereğince bu korkularında haklı da olabilirler, amma ve lâkin mü’minlerin ictimaî ve iktisadî hayattaki vazifelerini bihakkın yerine getirdikleri takdirde bu korkuları yersizdir. Dolayısıyla dinimiz İslâm, insanların hayatında fiilen, sadece inanç ve ibadet alanına inhisar etmez! Bizdeki ahlakî hassasiyeti artırarak siyasî, sosyo-kültürel, özellikle ekonomik hayatta da hak ile olan meşguliyetimizi artırır. Zirâ, büyüklerimizin buyurdukları üzere, “Hak ile meşgul olmayanı bâtıl işgal eder.” Bugün her alanda bâtılın bizi işgal etmesi de hiç şüphesiz bundan kaynaklanır. Fakat tüm bunların ötesinde, asıl çürümemize sebep olansa geçen haftaki yazımızda da ele aldığımız üzere “biz”e, “sen” diliyle hitapla “sen dili”nin aşılanmaya çalışılmasıdır. Lâkin dilimizde ve inancımızda “Kün” ilâhî emrinin tecellisiyle O’na (C.C.) bağlı şahsiyet kazanmış zamirlerimiz bellidir: Ben, Sen, O, Biz. Evet, burada da kesinlikle görüldüğü üzere, “Sen” zamiri esasında Cenâb-ı Hak’tan bahsedildiğinde kullanılır; Kur’ân’da hiçbir zaman ikinci çoğul olarak “Siz” ifadesi geçmez. Nitekim Türkçede gerekse başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan “Sen” yerine de “Siz” denmesi de bu duruma nisbetledir aslında. Fakat bu hakikattan mahrum kalanlar maalesef “Siz” yerine “Sen” deyip geçerler…
Elbette, “Sen”in de lisanımızda zamir olarak Eski Türkçeden beri geniş bir kullanım alanı mevcuttur. Fakat bunların hepsinde asıl “Sen”den muradın “Biz”, yâni “O” (C.C.) olduğu görebilene âşikârdır:
•“Sen ağa, ben ağa, koyunları (inekleri) kim sağa?”: Sen işten kaçınırsan, ben işten kaçınırsam işler ortada kalır. “Sen ben kavgası”: Asıl meseleyi bir tarafa bırakıp şahsî menfaatler ve benlik sebebiyle yapılan çekişme. “Sen bilirsin”: Nasıl uygun bulursan öyle yap. “Sen giderken ben geliyordum”: Ben senden daha tecrübeliyim, senin yeni öğrendiklerini ben çoktan biliyordum. “Sen (kendi) işine bak”: Üstüne lâzım olmayan şeye karışma. “Sen kim oluyorsun”: Senin bu işe karışmaya veya bunları söylemeye hiç hakkın yok, kendini ne sanıyorsun. “Sen misin…”: Yapılan bir hareket ve söylenen bir sözden sonra umulmayan nâhoş bir şeyle karşılaşma durumunu anlatır. “Sen onu kavuğuma (külâhıma) anlat”: Bulunan mâzeretlere, söylenen sözlere inanılmadığını anlatmak için kullanılır. “Sen sağ, ben selâmet”: Olan oldu, artık yapacak bir şey kalmadı. “Sen sen ol”: Kesinlikle, asla, hiçbir zaman (Yeksan görüp cihânı gözet sırr-ı vahdeti / Benlik hayâlin eyleme zinhâr sen sen ol – Süleyman Ârif). “Sen zot ben zot (kim verecek ineğe ot?)”: ‘Karşılıklı inatlaşırsak işler nasıl yürüyecek?’ anlamında kullanılır. “Sende o göz var mı?”: Senin buna inanacak kadar saf olmadığın belli, seni kandırmak kolay değil. “(…) Senden”: ‘Parası senin tarafından ödenecek, masrafını sen çekeceksin, senin ikrâmın olacak’ anlamında kullanılır. “Senden günah gitti”: Üzülme, sen elinden geleni yaptın, artık kötü bir şey olursa sorumlusu sen değilsin. “Senden iyi olmasın”: Orada bulunmayan birinin iyiliğinden bahsederken karşıdakine, ‘Senden daha iyi demek istemiyorum, sen de çok iyisin’ anlamında söylenen nezâket sözü. “Seni gidi (seni)”: ‘Yaramaz, çapkın, yaptığın gözümden kaçmıyor’ anlamında kullanılan tatlı bir sitem sözü(Yaramaz yaramaz, seni gidi çapkın yaramaz – Şarkı). “Seni gidi (…)”: Birinin kötü bir niteliğinden bahsederken kuvvetlendirme sözü olarak kullanılır. “Senin aradığın kantar Bursa’da kestâne tartar”: ‘Burada o iş sökmez, ölçülerin ve yapmak istediklerin buraya göre değil’ anlamında bir tekerleme. “Senin canın can da benimki patlıcan mı?”: Benim canım seninkinden daha mı değersiz? Sana zor gelen, yapmak istemediğin bir şeyi bana yüklemen doğru mu? Ben de insanım• gibi örneklere daha dikkatle bakılacak olursa “Sen” zamirinin elbette asıl sen zamirinin hakikat alanına bağlı olarak “Ben”in, yâni “benlik”in karşısında konumlandırıldığı görülür. Bu yüzden Niyâzî-i Mısrî, “Sen seni bilmek necâtındır senin / Gayra bakma sen de iste sen de bul” diyerek “Sen”i bilmeyi necâtımıza vesile kılar. Ârif N. Asya’ya göre de, “Senin altın saatini / Kurmasın senden başkası.”
Aslında Bâkî Hazretlerinin, “Deryâlar etse âlemi çeşm-i güher-feşan / Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâhvâr” şeklindeki beytinde açıkça ifade edildiği üzere, “Sen”, dünyada eşi benzeri olmayan “dürr-i şâhvâr”a denktir. Nitekim bunun sağlamasını yukarıda da geçtiği gibi Süleyman Ârif yapar. Yâni, “Yeksan görüp cihânı gözet sırr-ı vahdeti / Benlik hayâlin eyleme zinhâr sen sen ol” derken, âdemoğlu içün cihanda aslolanın “benlik davası”ndan her zaman kaçınmak olduğu zikredilir. Zirâ, “ben”likten kaçınmak O’na (C.C.) yaklaşmaktır!
“O” halde, cihanda tüm bunlar “sen”in olmadığına, yâni yalnızca O’nun (C.C.) olduğuna göre, kaybetmekten de korkmana mahal yoktur cancağzım “ben”im!
Arefî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:
sen sen ol da benlik etme
size karşı senlik etme
Arafî’m aslolan O’dur (C.C.)
gel her söze tenlik etme…
Erhan ÇAPRAZ