Büşra AksarTöreli Yazılar

YÜZLER

Yüzler

O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkar ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkar etmenize karşılık azabı tadın” denilir.

(Âl-i İmrân / 106)

İlk intibanın oluşmasında yüzün pek mühim bir rolü vardır, muhakkak. Her çehrenin yerleşik bir ifadesi de vardır, şüphesiz. Kişinin tabiatının ve dünyada temas ettiklerinin üzerinde bıraktığı tesirin imtizacından meydana gelen bir ifade… Her şeye rağmen daima mütebessimâne bakanlara ne mutlu. Her bakışta yeniden biçimlenen, binbir yüzlü dünyanın yüzleri ile yıkanan ve yıkandıkça kirlenen yüzler de vardır. Onlara da ne yazık… İçimizdeki gurbet sancısına dokunan yüzler vardır. Kendini unutuşa kaptıranların gözüne görünmeyen yüzler… Şairin,

O yüz, her hattı tevhid kaleminden bir satır;

O yüz ki, göz değince Allahı hatırlatır…

(Necip Fazıl Kısakürek)

dediği…

Sait Faik de ahlakın yüzdeki tezahürünü ne güzel anlatır:

Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır. Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır demiyorum. Fena ruhlu güzel yüzün, insanı perişan eden, mahveden sihri de inkâr edilemez. Yalnız şunu demek istiyorum ki ahlakın yüze eklediği mimikler, hatta renkler, tikler yüz ve ahlak her ikisi güzelken de vardır. Hatta bunlar sevimlidirler. Ahlak bozulmazsa, tertemiz, sevimli, hatta dostun onları taklit edeceği gelesi kadar tatlıdır.

İnsan, özellikle çocukluk zamanlarında tesadüf ettiği yüzleri unutmaz, unutamaz. İfadeler siner, içinin kuytuluklarına. Kendini hatırlatmak için de fırsat kollar. Bu hatırlama anları iyi ya da kötü hisleri açığa çıkarır. Bu yüzden bakış, o ilk gördüğüne duyarlıdır. İlk görünen zalim bir çehrenin kapladığı ve kapadığı bakış, hüznün kurulduğu bir mekândır artık. Ve herkesin hüznünde gizlediği zalim bir çehre vardır, muhakkak. Suret, sireti ifşa ederken sirette iz de bırakıyor. Âlemdeki görünümler, bu izlerin ve değişen bakışın ardından yeniden biçimleniyor.

Şiirin ve dahi şairin yüzü de iç âlemimizde yer etmiş, iz bırakmış yüzlere göre biçim alıyor, kendini açıyor. Sevincimizi çağıran, hüznümüzü berkiten şiirler vardır, kendi dünyasına kulak kesilenlerin işitemediği. Bu uzak sevincin yabancı bir yüzü vardır, farklı bir iklimi vardır, işitmeyenlerce.

Bir gün, bir mecliste bir şiir okumuş idim. Şiirin tesiri bende öyle derin idi ki okurken içim titremiş idi, sanki okuyarak onun güzelliğini aşikâr etmiş ve onu kaybetmiş idim. Şiiri okumaya başlarken kaybın hüznü kapladı içimi. Şiiri okumayı bu hüzünle bitirdim. Sonra dinleyenlerce beğenilmedi, benim okumaktan imtina ettiğim şiir. Bu burun kıvırış daha fazla üzdü beni. Sanki bir demet çiçek uzatmıştım da alınıp ezilivermişti öylece. Şiiri okumaya başlarken içimi kaplayan hüzün, karşımdaki yüzlerle aramızdaki kapatılamaz mesafeyi hissedişin ve sunmak istediğim güzelliğin geri çevrileceğinin habercisi idi. Kaybettiğimi zannetmem bundandı. Bigâneye aşikâr etmek, benden bir şeyler eksiltmişti sanki. Yine de okudum, okumak istedim. Bu yabancı yüzlerle bir aşinalık kurmak istedim belki de… Sonra gönlüme ferahlık veren sözlere muhatap oldum. Herkesin güzeli görmesini, anlamasını beklemek nafile idi, gönlü yorar idi. Çehreler türlü türlü idi. Hem zahire de aldanmamalı idi.

Okunan, Süleyman Çobanoğlu’nun şiiri idi:

Attığımda O Oku

Benden daha ne olur, yürür yalan söylerim

bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın

sende noksan bulmadım şu yerle gök yanarken

attığımda o oku ben atmadım sen attın

 

Rab bu nasıl denizdir yüzme bilen kuşu yok

içimde acır bir şey bu göğsüme ne kattın

anlar gibi olmuştum yetmiş üçte bir cuma

attığımda o oku ben atmadım sen attın

 

geçer gider hacegân ve ahûlar ve zaman

acır bir şey içimde bu göğsüme ne kattın

bilmem değmişse bile ağa yahut karaya

attığımda o oku ben atmadım sen attın.

Büşra AKSAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu