DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Melâl ~ Melâlet ~ Millet Kelimelerine Dâir

Töreli İştikâk - 48

Melâl ~ Melâlet ~ Millet Kelimelerine Dâir

Dil bir millet şeklinde tasavvur edilecek olursa, iştikâkı da o milletin mensûbu sayılan unsurlar arasındaki nisbet ve neseb ilişkisinin ortaya konması olarak değerlendirmek imkân dâiresine girer… Bir dilin türettiği kelimeler ile –kendine hâs olarak– ürettiği kavramlar arasında görülen ilişkiler, âdetâ boy yâhut kabîleden sülâleye, sülâleden âileye ve âileden ferde çeşitli münâsebetler üzerine kurulu bir milleti hâtıra getirmektedir… İşte iştikâk, dil milletini oluşturan bu münâsebetlerin araştırılması, değerlendirilmesi ve yorumlanması sayılabilir… Bir millet ile ferd arasındaki ilişkiler zincîri nasıl töreli ise, o milletin dilini kuran kelimeler arasındaki türeyiş ve türevleniş ilişkilerinin de töreli bir izlekte tâkîbi mümkün olmalıdır: “Dil töresi”dir, bu… Dil töresinin de en mühim vâsıtasıdır, töreli iştikâk…

Bizâtihî “millet” kavram-kelimesi ile onun kökteşi –müştakkı– olan kavram ve kelimelerdir, bu töreli iştikâk denemesinin de konusu…

Melâl, “derin üzüntü, keder, hüzün” temel anlamının yanında, “bıkkınlık, usanmışlık, usanç” anlamına da gelmektedir… Kelimenin bu –ikinci– anlamı daha ziyâde melâlet kelimesine özgü olsa da bilhassa Türkçe’de melâl daha yaygın hâlde kullanılmaktadır…

Melâlet, “bıkkınlık, usanmışlık, usanç” anlamına gelmektedir ve bu anlamı melâlden daha ziyâde ve daha özel olarak ifâde etmektedir… Kezâ, melâlet, –yakın anlamlılık dâiresinde– “bunalmışlık, sıkılmışlık; bitmişlik, tükenmişlik” anlamlarını da ifâde edegelmiştir…

Millet, “dîni bir, dili bir, vatanı bir, bayrağı bir, târîhi aynı, gâyesi müşterek insanlar topluluğu” anlamının yanında, “bir peygamberin şerîatı, dîni, ümmeti; ümmet” anlamında da kullanılmaktadır, millet-i İbrâhîm-i hanîf (Bakara / 135) terkîbinde olduğu gibi…

Melâl, melâlet kederidir; yâni, melâletten –bıkmışlık ve usanmışlıktan– kaynaklanan buhran ve kederdir… Melâl, milletin fertlerinin birbirlerinden melâlet duymaları –bunalmaları, sıkılmaları– netîcesinde ortaya çıkan iç çekişmelerin ve iç savaşların sebebiyet verdiği millî huzursuzluk, millî üzüntü ve millî bunalımdır…

Melâl, milletin müşterek hüznü ve kederidir… Melâl, ancak kendisini millete âit hissedenlerde oluşabilecek olan derin üzüntüdür; yâni, meselâ millî yas günlerinde milletin müşterek acısını tüm benliğiyle hissedebilenler ve bu müşterek dertle dertlenebilenler ancak, o milletin birer ferdi olabilirler… Melâl, milleti millet yapan, millete millet olduğunu hâtırlatan ve milletin fertlerine o millete âit olduğunu yeniden ve derinden idrâk ettiren millî acı, millî hüzün ve millî kederdir… Melâl, milletin aynasıdır…

Melâlet, melâlden –acıdan ve üzüntüden– bıkmışlık ve usanmışlıktır… Melâlet, arkası kesilmeyen melâlin yol açtığı bıkkınlık, usanç ve tükenmişlik hâlidir…

Melâlet, milletin uzun târîhine bağlı olarak süregelen bir müştereklik ile birlikteliğin, yeknesaklığa, tekdüzeliğe düşmesinden kaynaklanması muhtemel bir bıkkınlık hissi ve usanç hâlidir… Melâlet, milletin fertleri arasındaki bu uzun birliktelikten kaynaklanan –türedi ifâdeyle tâbîri câizse– “metal yorgunluğu” ve “mental yorgunluk”tur… Melâlet, milletin ezelî ve târihî meselelerinden, dertlerinden, düşmanlarından kaynaklanan millî bıkkınlık ve milletçe usanmışlık hissidir…

Millet, bir melâlacı, üzüntü, keder, savaş, felâket– ya da melâller etrâfında kenetlenen fertlerin ve insan topluluklarının teşkîl ettiği büyük beşerî teşekküldür… Millet, ancak müşterek melâller karşısında su yüzüne çıkarak öz varlığını hissettiren, hâtırlatan ve idrâk ettiren büyük insanlar topluluğu ve fertler cemiyetidir… Millet, fertlerin müşterek dertler ve musîbetler karşısında bir araya gelerek yekvücûd olup melâl aynasında görünmüş hâlidir…

Millet, müşterek melâller karşısında melâlete –rûhî tükenmişliğe, fikrî bitmişliğe– düşmüş fertlere yeniden mücâdele etme azmi ve yaşama ümîdi aşılayan ana vahdet unsurudur… Millet, aralarındaki mümkün ve muhtemel melâlet hissini kaldırarak fertlerine kendisini hâtırlatan ve böylece kendisine yönelten birleştirici ve bütünleştirici büyük beşerî yapıdır…

Millet, kalblerini melâlet ve melâl hastalığına kaptıran fertlerini tedâvî eden rûh hekîmidir… Millet, melâlet ve melâl taarruzlarına karşı fertlerine dayan[ış]mayı tâlîm ve telkîn eden sabır ve sebât ocağıdır…

Hâsılı, millet, geçici melâletin kalıcı melâle dönüşüp müzminleşmesine fırsat tanımayan, vahdetin adıdır… Millet, fertlerini melâlet ve melâle teslîm etmeyen şuûrun adıdır… Millet, melâlet ve melâle dûçâr olan fertlerini kendisine çağıran melce ve merci‘in adıdır…

Yahyâ Kemâl, Süleymâniye’de Bayram Sabâhı şiirinde

Dili bir, gönlü bir, îmânı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını

mısrâlarıyla millet kavramının hulâsasını vermektedir… Zîrâ millet, diliyle, gönlüyle ve îmânıyla birlikte öz varlığıyla ve öz benliğiyle aynı yerde, aynı mâbedde ve aynı rûh iklîminde toplanabilen; bayram gibi dînî-millî ictimâ zamanlarında –ve mekânlarında– melâline ve melâletine devâ arayan insanlar yığınıdır…

Evet…

Görülmektedir ki hem sebep ve hem de netîce cihetinden, millet ile kökteş melâl ve melâlet kelimelerinin; yâni millet, melâl ve melâlet kavramlarının birbirleri ile derin münâsebetleri vardır…

Melûl kimdir..?

Acabâ, Ferecikli Süleyman Rıfkı, neden kendisine Melûl mahlasını uygun görmüştür..? 1901 yılında Ferecik’te doğan Rıfkı –Melûl Meriç-, Balkan Savaşları devâm ederken –daha henüz 10-11 yaşlarında iken– âilesiyle birlikte Edirne’ye göçmüş… Bu göçün ve ardından da Balkanlar’ın Osmanlı’nın elinden çıkışının acılı, hüzünlü ve kederli izleri, belli ki ona Melûl mahlasını seçtirmiş, “milletinin acılarıyla fazlaca hüzünlenen” mânâsında…

Bir misaldi bu…

Melûl, “melâli ve melâleti bol olan kimse” anlamının yanında “milletini seven ve milleti için yaşayan kimse” anlamına da gelmektedir ki melâl, melâlet, millet kelimelerinden türemiş ve türevlenmiş bir kelimedir…

Melûl, –etkili bir fâil olarak– kendisini melâlet acziyetine dûçâr edip melâl hastalığının kollarına bırakan kimsedir… Melûl, milletini tanı[ya]mayan ve kabullen[e]meyen, kendisini milletinden ayrı tutan, milletine aykırı davranan, milletinden bıkmış ve usanmış, dahası milletini bitmiş ve tükenmiş bir hasta olarak gören bir rûh hastasıdır… Melûl, kendi bıkmışlığının, usanmışlığının, bitmişliğinin, tükenmişliğinin sebebi olarak milletini gösteren bir gaflet mübtelâsıdır…

Kezâ, her şeyi[ni] milletinden bekleyen, beslendiği millet havuzunu beslemeyen –yâni bu anlamda milletin diğer fertlerine hayrı dokunmayan-, her işinde milletine yük olan, millet için hiçbir hakkından ferâgatta bulunamayan kimseye de melûl denir…

Bunlar, melûlün menfî hâlleridir…

Fakat buna karşılık, milleti için üzülen, kederlenen ve milletinin acısıyla, derdiyle hemhâl olan kimse de melûl sayılır… Milletin müşterek hüzünlerini tâ derinden hisseden; dahası, milletini, millete bıkkınlık ve usanç verecek derecede seven kimseye de melûl denir… Melûl, sevdâsı millet olan kimsedir… Yâni, bu anlamıyla melûl, tam karşılığını “fenâ fi’l-mille” tâbîrinde bulur…

Ezcümle, –gerçek ve istenilen anlamıyla– melûl, milleti için üzülen ve milleti için sevinen, milletiyle üzülen ve milletiyle sevinen bir “millet adamı”dır…

Melûlun çâresi millettir…

Milletin[in] farkında ve idrâkinde olmak, melûl kişiyi –ya da ferdi– derin melâlet ile müzmin melâlden muhâfaza eder… Hele en büyük millet dâiresinin –ki bu, hanîf İbrâhîm’in dîni, yâni İslâm ümmetidir– bir ferdi olduğunun tam şuûrunu taşıyan bir kimsenin, kendisini derin bir gafletle melâlet ve melâle teslîm ettiğini görmek pek de mümkün değildir…

Milletini seven ve millet aşkıyla bahtiyâr olan melûl, başka hiçbir dünyevî ve beşerî sevgi ile mutmain olamaz… Melûl, kendi sevgisini milletine verdiği, kendi gücünü milletine sarfettiği, kendi mâlını ve cânını milletine adadığı müddetçe mutludur, huzurludur…

Melûl, işte böyledir, –menfî anlamları da taşımakla birlikte– daha ziyâde müsbet anlamlarla yüklüdür ve dillerde kullanımdadır…

Melâli anlamak milleti anlamak mıdır..?

Ahmet Hâşim, O Belde şiirinde

Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz

derken, “melâl”den murâdı tam olarak ne idi..? Sâdece hasret, hicran kaynaklı ferdî ve şahsî gönül acısı, hüzün, keder ve benzeri hisler mi idi..? Yoksa, milleti –ve memleketi– adına endîşelenmek, milletinin derdiyle hüzün ve kedere garkolmak kabilinden bir şey mi idi..? Kim bilir…

Fakat, her hâlükârda her ne kadar ferden ve şahsen hüzünlü, melûl bir mizâca sâhip olmak lâzım ve mühim görülmekte ise de, hakîkatta olması gereken şey, melâlin millete dâir olması, millet için duyulmasıdır…

Millet-i İbrâhîm’in ve ümmet-i Muhammed’in üzerine ferah ve inşirah meltemlerini estirecek olan şartlardan birisi –ve belki de en önemlisi-, melâli anlayan ve melâle âşinâ nesillerin aynı zamanda birbirlerini de anlayan ve birbirlerine de âşinâ nesiller olmasıdır…

Artık duâ mahallidir…

Allâh milletçe melâlimizi artırsın… Allâh, “Hakk’a tapan millet”imizin üzerindeki melâlet bulutlarını dağıtsın… Allâh tüm nesillerimizi millet-i İbrâhîm’e ve ümmet-i Muhammed’e melûl eylesin…

Âmîn bihurmeti Tâhâ ve Tâsîn…

Abdülkadir DAĞLAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu