Doç. Dr. Mehmet SümeTöreli Yazılar

Tarih Coğrafya ve Mekân

Montaigne denemelerinde Paris’i kastederek, “Beni Fransız yapan yalnız bu büyük şehirdir’’ deyip milliyetini bir mekâna bağlıyor.

Tarih Coğrafya ve Mekân

Tarihi olayları anlatırken olayın sebebi, gelişimi ve sonucu üzerinde durur, bu üç aşamaya dayanarak kendimizce sonuçlar çıkarmaya çalışırız. Çünkü tarihte metoda ilişkin görüşler bunu öngörmektedir. Ya coğrafya ve mekân? Coğrafya ve mekân tarihçinin yeterince üzerinde durmadığı iki kavramdır. Oysa tarihi olaylar genel anlamda bir coğrafyada özel de ise bir mekânda yaşanmıştır.

Kazandığımız zaferlerin ya da kayıplarımızın ardında yer alan coğrafi unsurları hiç düşündünüz mü? İklim yer şekilleri, akarsular ve denizler tarihte meydana gelen olayların sonuçlarına ne ölçüde tesir etmiştir?  Tarihimizde Ağustos ayının zaferler ayı olması bir tesadüf mü dür? Yoksa mevsim şartlarını göz önünde bulunduran ordularımız baharda yola çıkıp üç dört aylık bir intikalden sonra savaş meydanına ulaşıp zafer mi kazandılar? II. Viyana kuşatmasının başarısızlık sebepleri arasında kuşatmanın uzaması üzerine kış mevsiminin başlaması ve olumsuz hava koşulları dile getirilir. Enver Paşa Kafkas Cephesinde hücum emrini verdiğinde Kafkas dağlarının yapısı ve kış şartlarını bir kez daha düşünseydi, sonuç farklı mı olurdu ne dersiniz?

Coğrafya; su, toprak, dağ, tepe ve iklimden ibaret değildir. Onun üzerinde kurduğumuz mekânlar vardır. Onlardır dağı, tepeyi bozkırı vatan kılan. Uğruna yüzlerce şiirler yazılıp şarkılar bestelenen İstanbul vardır. Remzi Oğuz Arık’ın deyimiyle “göbeklerini tarihin kestiği” Kayseri, Konya, Erzurum, Sivas, Kars ve Ankara vardır.

Tarihi salt siyasi tarih olarak ele alıp olayları arka arkaya sıralayarak coğrafya, mekân ve şahıslardan soyutladığımızda, tarihte meydana gelen bütün olayların aynı coğrafya ve mekânda geçtiğini kabul etmiş oluruz. Montaigne denemelerinde Paris’i kastederek, “Beni Fransız yapan yalnız bu büyük şehirdir’’ deyip milliyetini bir mekâna bağlıyor. Biz de Edirne den Kars’a kadar bu sevginin binlercesi vardır ki bizi bu günlere getirdi.

Bizim dilimizde vatan/memleket geniş ve dar manalarıyla iki şekilde kullanılır. Geniş manasıyla milletimizin ortak mekânı olan ülkemizi kastederiz. Dar manasıyla ise doğup büyüdüğümüz şehir, kasaba veya köyümüzü dile getiririz. Sahip olduğumuz imkânlar ne kadar geniş, yaşadığımız şehirler ne kadar gelişmiş olursa olsun memleketimize olan hasretimizi ve sevgimizi azaltamaz. Bu sevgi “Bülbülü altın kafese koymuşlar ille de vatanım demiş’’ deyimi ile ne kadar da güzel ifade edilmiştir. Çünkü memleketimizde düşlerimiz, hayallerimiz, sevdalarımız ve nice hatıralarımız vardır.

Ancak memleketimize olan hasretimiz ve sevgimiz acıya dönüştü. Hasretimizi dindirmek için gittiğimiz memleketimize her gidişimizde bir hüsranla karşılaşıyoruz. Üzüm topladığımız bağlarda apartmanlar bitmiş. Böyle giderse “Gesi bağlarında dolanamayacağız” Daha doksanlı yılların başında Kayseri’nin sayfiye yeri olan Talas’ta on beş katlı bloklar mantar gibi bitmiş Talas talan olmuş. Sadece Kayseri Talas mı yok oldu.  Ne Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir ’indeki İstanbul, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum ne de Mitat Enç’in Uzun Çarşının Uluları’ndaki Antep kaldı. “Kendi gitti adı kaldı yadigâr” desek yeridir. Bir zamanlar Tophane Parkından Bursa’nın siluetini 360 derece izleyebilirdik. Ancak şehrin tam ortasına mızrak gibi saplanan bloklar bu imkânı elimizden aldı götürdü. Bu manzarayı ilk gördüğümde “acaba bloklar yükselinceye kadar şehrin yetkilileri tophaneden hiç mi şehre bakmadılar” şeklinde düşünmüştüm. Ne diyelim, “Ademe göresi göz gerek

Yirmi beş yıl önce geldiğim Bolu’da çok sayıda ahşap ev vardı, bunların bir bölümü ise hatırı sayılır cumbalı ve cihannümalı konaklardı. Bacalarına Hacı Leylekler yuva yapardı. Zavallı Leylekler şimdi Aktaş’ta, Karaçayır’da beton elektrik direklerine tünemeye çalışıyorlar. Sözlerime Gürsel Korat’tan bir alıntı ile son vermek istiyorum. “Apartmansız kalın e mi! Şu şehrin eski dokusunu bir bütün halinde koruduğunuz örnek bir mahalleniz bile olmadan kişilik sahibi bir kent olunamayacağını size kim öğretecek?”

Doç. Dr. Mehmet SÜME

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu