Murat İlkterTöreli Yazılar

OSMANLI CAHİL MİYDİ?

"Anadolu irfanı" diye bir husus vardır. Bunun mekteple alakası da... Türklükle, Kürtlükle, Arnavutlukla, Boşnaklıkla, Çerkeslikle v.s alakası da asgari düzeydedir.

Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor:

Yedek subay olarak geldiğim Anadolu’da bizim bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen yoktu. Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse yoktu.

Askerlere sordum:

-Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?

Hepsi birden:

– “Elhamdülillah Müslümanız”, diye cevap verecekler sanıyordum.

Öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi ”İmam-ı Azam dinindeniz” dedi. Kimisi ”Hz.Ali dinindeniz” dedi. Arada “İslamız” diyenler çıktı ama, “Peygamberimiz kimdir?” diye sorunca onlar da puslayı şaşırdılar.

Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi ”Peygamberimiz Enver Paşa’dır” dedi.

– “Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü?” diye sorunca iş gene çatallaştı. Herkes akla gelen ilk cevabı veriyordu. Fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu. “Peygamberimiz sağdır” diyenlere:

– “O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur?” diye sordum.

Onu İstanbul’da, Şam’da yahut Mekke’de yaşatanlar oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu. “Peygamber ölmüştür” diyenlere de ”Ne zaman nerede ölmüştür? denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. “Yüz sene, beş yüz sene önce, bin sene önce” diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, tayin edemiyordu.

Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı.

Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu.

Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Fakat onların da hiçbiri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar.

Sonra ”köyünde camii olanlar ayağa kalksın” dedim. Gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. Fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı.

Bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından Kur’an ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. Ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu. İlk ders beni şaşırtmıştı.

Bu bölük, o zaman ki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Biz Anadolu köylüsünü dindar mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk suale cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalniz hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı. “Biz hangi milletiz?” deyince her kafadan bir ses çıktı:

– Biz Türk değil miyiz deyince hemen :

– Estağfurullah diye karşılık verdiler. Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türktük. Bu ordu Türk ordusu idi.Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak Türklük olabilirdi.

Fakat ne çare ki bu “Biz Türk değil miyiz?” diye sorunca “Estağfurullah” diye cevap verenlerin görüşüne göre Türk demek Kızılbaş demekti.

Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. Ama, onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı.Yahut belki de kendileri de Kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.

Şevket Süreyya Aydemir – Suyu Arayan Adam

“Anadolu irfanı” diye bir husus vardır.

Bunun mekteple alakası da… Türklükle, Kürtlükle, Arnavutlukla, Boşnaklıkla, Çerkeslikle v.s alakası da asgari düzeydedir.

Çünkü toplum diğerlerini ilk başlarda gayri müslim, sonradan hainlik edenleri “gavur” olarak nitelerdi.

Soralım: M.Kemal’in Bomba Sırtı’nda saydığı asker ile buradakinin alakası ne?

Dünyada kaç millet bu denli şehadet idrakine sahiptir? Biraz sonra öleceğini bildiği halde taarruza kalkar?

Cehalet bir millete İstiklal sağlar mı?

O zaman namaz kılmak, ezanı, sureleri bilmek başka bir şey izan başka bir şey.

Bence Şevket Süreyya “Türklük bilincine sahip değiller” derken milleti aşağılıyor. Halbuki sahipler. Balkanlarda kendine “müslümanım” diyen herkes Türk olarak tanımlanıyordu.

Biz tanımlamıyorduk, bizi öyle tanıyorlardı.

Benim rahmetli anam da okuma yazma bilmezdi. Babası jandarma gediklisi İstiklal Savaşı’nda asker kaçaklarının peşinde gezmiş… Osmanlıcadan Latin alfabeye geçmiş, ilkokul mezunu…

Onlara lazım olan neydi?

Anam, babası gibi ata biner; sırtına mavzeri vurur gece tarla sulamaya giderdi.

Ağaç budar. Koyunu yatırır keser…

Çapa yapmayı, karık açmayı, ilaçlamayı bilirdi.

Arı bakar, erişte keser, süt sağardı.

Ayda bir hatim indirir. Yasini tebarekeyi ezberden okurdu.

Şimdi soru şu: Bu insanların mektebe ne kadar ihtiyacı vardı?

Türklüğe ihtiyacı neydi?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu