Serap YavaşTöreli Yazılar

YIĞMANIN TİPOLOJİSİ

Yığmanın Tipolojisi

“Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…”

İlginçtir, Turgut Uyar’ın bu dizesi üzerinde biraz düşününce “yığmak” fiili düşüyor akleden kalbime…

Hatta İsmet Özel gibi:

“Evet. Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği.

Ne kadar açık değil mi?

Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği.

Daha açığı var mı?”

diye sorasım geliyor.

Kime?

Elbette, elbette kendime…

Bazen bir şiir ilham olur bize, bazen bir şarkı. Bir resim, bir mimarî eser insanı bir düşünce yolculuğuna çıkarır bazen. Menzil, zannediyorum, niyetin temizliği nispetinde necasetten tahûr olacaktır.

Yığmak… “Üst üste koymak, toplamak, bir araya getirmek” yahut “men etmek, engel olmak, esirgemek, yoksun bırakmak” manalarında bir fiil. İki türlü de müspet görünmüyor gerçi ama ikinci manası daha düşündürücü. Doğrudan ilgisi olsun veya olmasın Mantık ilmindeki “yığın paradoksu” üzerinde biraz düşündüğümüzü farz ederek gündelik hayatta karşımıza çıkabilecek “yığınlar” üzerinde biraz gezinebiliriz.

İnsanı, insan eylemlerini (kötü, günah, basit dahi olsa) hafife almak (burun kıvırmak) yani kişiyi o eyleme sevk eden sebepleri geçip doğrudan neticeye odaklanmak bizi “yığıcı” konumuna getirebilir. Zira bu; içinde acele, öfke, ihtiras hatta kibir barındıran histerik bir hâldir. Üstelik bu hâl; görüş açısını o kadar daraltır ki tüm kâinat âdeta kendi (bildikleri) etrafında deveran ediyormuş gibi bir his uyandırır “sınıfları doğrudan geçip gerçekleri gören gençlerin gözünde…”

Teşbih iyidir, güzeldir. Yığıcı değildir çünkü. Malumunuz, su ve kahvenin miktarı; kahvenin tat / keyif veren bir içecek olabilmesinde önem arz eder. Ölçüyü tutturamamak bir “yığın” oluşturma biçimidir. İşte “gaye ve gönül birliği” makamına erişememiş evlilikleri bu homojen yapıdan mahrum kahvelere benzetmek mümkündür. Çünkü bu tür evliliklerde aile bireyleri “düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar…” suretinde bir terennümle sürdürür hayatı. Eşler; sevgisizlik, saygısızlık ve anlayışsızlık yığınları altında kalmış “huzur”dan (Rum Suresi, 21) yoksun bir görüntü arz eder.

Yığmak ve yıkmak… Bu kelimelerin fonetik olarak birbirlerine çok yakın olmaları tesadüf mü acaba? Zannetmiyorum. Örneğin cümle kurmayı, yürümeyi belki yeni öğrenmiş çocuğunun manevî dünyasını ihmal ederek kurstan kursa, dersten derse yeldirtmek, salt kafasına yatırım yapmak da bir yığma eylemidir; manevî dünyasını inşa etmeye çalışırken çocuk olduğunu unutup oyundan, eğlenceden mahrum etmek de… O hâlde “Neyi kaybettiğini hatırla!”

Aile ve çocuk demişken “ev” meselesine de “yığın” paradoksu açısından bakmaya çalışalım.

Örneğin apartman dairelerine mahkûm edilmiş milyonlarca insan da yığılmanın verdiği bir yoksunluk içre, üst üste, yapay ve dikey bir mengenede. Apartmanlar… Tüm gücüyle debelenirken içimizde, yaşamak, “kıvrak ve küheylan” değildir orada. Öyle midir yoksa? “Yekpâre, geniş ‘betonların’ parçalanmaz akışında” kıvrak ve küheylan bir hayat tasavvur edebilen beri gelsin.

Hayatın küçük ama esasında büyük bir cüz’ünü aile-çocuk-hâne üçgeninde değerlendirmeye çalışırken “eylem-söylem” konusunun da bir yığın oluşturabileceğini unutmayalım. İnsanın en çetin imtihanlarından biri çünkü: “Eylem ve söylem”…

Mükemmeliyetçiliğin bir tür kişilik bozukluğu olduğunu okuduğumda şaşırmamıştım. Çünkü bunun egosantirik bir eğilim olduğunu gözlemlemek hiç de zor değildi. Halbuki iyiye, güzele, doğruya talip olmak başkadır; iyiyi, güzeli, doğruyu kuşatmaya çalışmak başka. “Keşfettiğimiz, öğrendiğimiz, bildiğimiz” hakikati ifade etmek başka, bunu tek ve mutlak hakikatmişçesine başkalarının üzerine boca etmek başka. İşbu cihetten bakılınca mükemmeliyetçiliğin de bir tür yığma eylemi olduğu düşünülebilir. Gerek maddî gerek manevi anlamda… Maksadımız hakikat değil de muhatabımıza galebe çalmak ise mutada inkıyad üzre kendi dairemizde dönüp durabilir, kendi şarkımızı cümle âleme dinletmekte ısrarcı olabiliriz. Fakat gün gelip pratikte çuvallamamak için “iddialı” söylemlerden uzak durmak faydalı olabilir. Çünkü “Allah insanı iddiasından vurur.”

Efendim, “Tahsîl-i kemâlât, kem âlât ile olmaz.” Hakikat yığılamaz dolayısıyla yıkılamaz. Peki bu ihtida anksiyetesi neden, kim için?

Evet, insan: “Yek katre-yi hûnest / Sâd hezârân endîşe”…

O zaman şarkıya dönelim:

“Geçiyor bir ömür, düşüne düşüne…”

“Doldu, sığmaz içime…”

Serap YAVAŞ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu