
Bir tiyatro izliyorum şimdi. Televizyonum açık. Dokuz yıl önce, bugün… Tüm Türkiye’de sahnelenen bir oyun. Evet, kimileri böyle adlandırmıştı: “Bu bir darbe değil, bir tiyatrodur.” demişti birisi ve onun yancıları. Bunu söyleyen şahıs, o gece tankların arasından güvenle geçip karşısına kurulduğu televizyon ekranından kahvesini yudumlayarak, o “tiyatro eseri” dediği sözde kurguyu canlı yayında izlemişti.
Ve şimdi… Yıldönümünde yine o günü, yüreği kabararak, aynı hislerle, vatan sevdasıyla yananlar; gözleri dolarak izliyoruz.
Nasıl bir tiyatroymuş ki oyuncuların elinde ne bir senaryo ne de ezberlerinde bir replik vardı. Sadece kalplerinden korkuyu söken, Allah’ın yerine koyduğu iman gücüyle ölüme, sevgiliye kavuşma aşkıyla koşmalarını o geceyi tekrar yaşıyormuşçasına hissediyoruz.
Gazilerin kaybettikleri uzuvları için, “Bin tane olsa bini de feda olsun.” dediği… Şehadete koşanların son sesleri, son görüntüleri dönüyor televizyonumda. Vay be! Ne senaryoymuş ama… Bu kadar hakkını (kanını dökerek) vererek oynayanı bulunamazdı.
Eğildiği süs havuzunda ya da elindeki şişe suyuyla aceleyle abdest alanların niyeti verilen rolü hakkıyla oynayıp parlamak mıydı? Ha, neydi sizin biçtiğiniz rol? Ne sanıyordunuz? Abdestini alanların, ölüme kollarını açarak koşmaları, şehadete yanan gönülleri değil de neydi?
Siz sanıyordunuz ki vatandaş geçmişte olduğu gibi yine korkup evlerine kapanacaklar… Ekranlardan duyurduğunuz sokağa çıkma yasağına boyun eğecekler… Altmışta, seksende olduğu gibi radyodan dinleyip sinecekler… Öyle sandınız, değil mi? Ama olmadı. Umduğunuz gibi olmadı. Allah müsaade etmedi. Omzuna bayrağını alıp, elinde ay yıldız, yüreğinde vatanı… Canı pahasına sokağa çıkanları hiç beklemiyordunuz. O şeref yoksunu vatan hainlerinin önünde dimdik duran nice vatan delisi, göğsüne saplanan mermileri devasa yüreğiyle eritti. Ve gaziler, o şehitlerin ardından, gıpta ile dua etti.
Sandınız ki bu halk aynı… Sandınız ki ben sokağa inersem tankla sinerler, oldukları yerden kıpırdayamazlar. Sandınız ki uçaklarla tepelerinden alçalarak uçarsam sokağa çıkamaz, adım dahi atamazlar. Sandınız ki iki kurşun sıkarsam çil yavrusu gibi dağılırlar.
Elinde bira şişesiyle sokağa fırlayan, yanında dua edenle birlik oldu; senin silahına, tankına, uçağına, o zehirli zihniyetine korkusuzca “Dur!” dedi. O sarhoş bile “Allahu Ekber!” diyerek yürüdü üstüne.
Ve sen… O sandıklarının verdiği kibirle yenildin. Sana ihtiyâl ve huyelâ’nın verdiği sözde özgüvenle o korkusuz yürekleri, ölüme aşkla koşarcasına gidenleri durduracağını, öldürdükçe azalacaklarını, kaçacaklarını sandın. Yanıldın… Daha çok, daha çok oldular. Irmak olup, sel olup coştukça coştular. En sonunda önlerinde duramayıp çekildiniz, teslim oldunuz. Ağız dolusu her küfrü hak eden sen, şehit ettiğin o vatanseverlerin üzerine sıktığın mermilerle dizlerinin üzerinde kurşuna dizilmeyi hak ediyordun… Ama ne yazık ki ülkemde idam cezası yok. Yine acıdır ki bizim vergilerimizle hapishanelerde besleniyor ve ayaklarınızı uzatarak uyuyabiliyorsunuz.
Öyle kör olmuştun ki ruhunu bir dolara sattığını hiç bir gün bilemedin. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediği şu cümle ibretliktir: “Son nefesini on bin kilometre ötede vatansız olarak verdikten sonra tam da cibilliyetine yakışır şekilde bir çukura atılan FETÖ elebaşının kurduğu tuzak, 15 Temmuz gecesi milletimizin dik, cesur ve kahramanca duruşuyla darmadağın olmuştur.”
Bir daha buna cesaret edecek olan varsa şunu çok iyi bilsin ki; omzunda bayrağıyla sokağa çıkan bu halkın elleri bu defa asla boş olmayacaktır.
Ve son olarak… Üzerinden bunca yıl geçmişken bile o günü tüm gerçekliğiyle anlatacak, dünya çapında izlenip insanlara ilham olacak kalitede bir sinema filmi hâlâ çekemedik. Dünya, algılarla, sahte kahramanlarla, yalanlarla şekillendirilirken biz hâlâ bu gerçeği insanlara hakkıyla anlatamıyorsak bu da bizim ayıbımız. İçimizdeki şaklabanların “tiyatro” demesine inananlara inat… Hakiki bir sinema filmiyle tüm algıları gerçeklerle yıkmayı başaracağımız günleri en kısa zamanda görmek dileğiyle…
Mazlumlara umut, insanlara iman gücü verecek adımların ilham kaynağı olabilecek böyle bir hakikat yaşanmışken, daha neyi bekliyoruz? Hele bir düşün…